Friday, April 17, 2009

"Ermeni Tehcirinde Almanya'nın Rolü" Konferansı


* Laçiner:"Almanya'nın Üç Tavrı Var"


* Almanya kendisini 1915 Olayları'ndan tamamen temizleme gayretinde


* Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Başkanı emekli Büyükelçi Ömer Engin Lütem, Ermenistan sınırının açılmasına ilişkin tartışmalarla ilgili olarak, "ortada henüz bir şey olmadığını, yoğun müzakereler yapılmakla birlikte, henüz teknik konuların konuşulmakta olduğunu" söyledi.

ANKARA (AA) - Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu "USAK" ile TOBB ETÜ (Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi) tarafından, "Ermeni Tehcirinde Almanya'nın Rolü" başlıklı bir konferans düzenlendi.


Konferansın açılışını yapan TOBB ETÜ Mütevelli Heyeti Başkan Danışmanı Prof. Dr. Tahsin Kesici, Ermeni sorunu konusunda bir neslin bilgisiz yetiştiğini, meseleye hazırlıksız yakalanıldığını, bugün internette bu konuda büyük bir elektronik savaş olduğunu söyledi. Türklerle Ermenilerin 800 sene birlikte yaşadığını hatırlatan Kesici, Almanya'nın 1915 olaylarıyla ilgili olarak "önce Türkleri suçladığını, ancak sonra bu konuyu bıçakla kesilmiş gibi bıraktıklarını" belirtti.


Konferansa başkanlık eden Büyükelçi Lütem de, açılış konuşmasında güncel gelişmelere değinerek, ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye ziyaretinin stratejik ve önemli konuları içerdiğini, ancak basına daha çok Ermeni meselesinin yansıdığını ifade etti. Lütem, Ermenistan sınırının açılması tartışmalarıyla ilgili olarak da önce yabancı basında büyük gazetelerin bu konuyu yazdığını, hatta verdikleri tarihe göre sınırın dün açılması gerektiğini, bu yaklaşımın içeriye de yansıdığını kaydetti. Sonuçta Azerilerin bunu gerçek olarak algılamasıyla başka bir tartışma doğduğunu hatırlatan Lütem, sınırın açılması konusunda yoğun müzakereler yapılmakla birlikte, ortada daha "hiçbir şey olmadığını," henüz teknik konular üzerinde konuşulmakta olduğunu ifade etti.


USAK Başkanı Sedat Laçiner de, Türkiye ile Almanya arasındaki tarihi sosyal ilişkileri özetleyerek başladığı konuşmasında, iki ilişkilerde zaman zaman Ermeni sorunundan kaynaklanan hayal kırıklıkları olduğunu belirtti. Bu konuya örnek olarak Talat Paşa cinayetini veren Laçiner, Talat Paşa'yı arkadan vurup öldüren Sogomon Tehliryan'ın beraat etmesinin, "bu cinayetin ardından işlenmiş bir hukuk cinayeti olduğunu" ifade etti.


Sedat Laçiner, Ermenilerin 1915 olaylarıyla ilgili olarak Türkleri, Yahudileri ve "silah cephane sağladığı, Osmanlı ordusunda generalleri bulunduğu" gerekçesiyle Almanları suçladığını belirtti.


Laçiner, Almanya'nın ise 1915 olayları konusunda sessizlik, kendini savunma ve son dönemde de, "bir yandan Ermeni iddialarını destekleme, diğer yandan da kendilerini bundan ayırmaya çalışma" gibi üç tavır sergilediklerini ifade etti.


Konuşmacılardan Prof. Dr Selami Kılıç da, Osmanlı ordusu içinde Almanya'nın rolü ve silah tedariki konusunda bilgi vererek, Türkiye'nin 1950, hatta 1980'lerdeki Özal döneminde bu konuyu konuşmaya başlarken, Almanların 1918'de konuyu ele almaya başladıklarını kaydetti.


Almanların Osmanlı'daki nüfuzunu artırma girişimi hakkında bilgi veren Kılıç, Almanya'nın Trabzon, Erzurum, Şam, Halep, Bağdat, Kudüs gibi birçok yerde konsolosluk açtığını söyledi.Almanların Kafkaslar ve doğuya açılım politikalarını anlatan Kılıç, uluslararası alanda yayımlanan eserler, belgeler ve döneme ait fotoğrafların gösterimiyle, konuşmasını tamamladı.


Yrd. Doç. Dr. Barış Özdal da, "Ermeni Sevk Ve İskanında Almanya'nın Rolü" başlığını taşıyan konuşmasında Almanya'nın Osmanlı Ermenilerine yönelik politikaları, tarihçesi ve mevcut belgelere ilişkin bilgiler verdi."


Ermeni Tehcirinde Almanya'nın Rolü" konferansının sonunda katılımcılara plaket sunuldu.

17 Nisan 2009, Cuma
Kaynak:
AA

Tuesday, April 7, 2009

Söyleşi: Ermeni Gazeteci Haykaram NAHBETYAN İle Ermeni Sorunu Üzerine

Sedat LAÇİNER*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 8, Kış 2003


--------------------------------------------------------------------------------

Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kıdemli araştırmacılarından Dr. Sedat LAÇİNER (SL) Ermeni gazeteci Haykaram NAHABETYAN (HN) ile Ermeni sorunu ve Türk – Ermeni ilişkileri üzerine konuştur. Nahabetyan Erivan’dan konuya farklı bir yaklaşım sergiliyor. Bizlere Ermeni ve Ermenistan yaklaşımını sunuyor. Şüphesiz Türk okurlar içerisinde Nahabetyan’ın sözlerini aşırı bulanlar olacaktır. Kendisinin verdiği bir çok bilgiye ve yoruma Türk araştırmacıların katılmasının zor olduğunu da belirtmek gerekir. Ancak Ermenistan halkının nabzını tutan bir isim olarak aşağıdaki mülakat çok değerli bilgiler sunuyor.

SL: Erivan'dan bakıldığında Türkiye nasıl algılanıyor? Devlet ile halkın bakış açısı arasında fark var mı?

HN: "Bence her iki tarafın da algılamaları büyük önem taşıyor ve bu ülkemizin tutumunda da etkili oluyor. Tarihi sorunlar ve "1915 soykırımı" Ermeni ulusunun mentalitesinde kesin ve kayda değer bir öneme sahiptir. Bunu görmezden gelmek ya da hafife almak gerçekten zordur ve ben tüm samimiyetimle trajik olayların herhangi bir ulusun düşünme yönteminde böylesine büyük bir etkide bulunmasını bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum. Fakat bu da bizim kabul etmek zorunda olduğumuz bir gerçektir. Bu durumda eğer Ermenilerin çoğunun Türk halkını 1915 trajedisi çerçevesinde değerlendirdiğini söylersem abartmış olmam. Fakat, aynı zamanda şunu da belirtmeliyim ki son dönemlerde iki ulus arasındaki yoğun ilişkiler ve bavul ticaretinin artması tarafların birbirlerini daha iyi tanımasına yardımcı olmuştur. Ben altı aylığına Türkiye’de bulundum ve orada çok iyi insanlar tanıdım, bir çok arkadaşım oldu. Eminim bu tür temaslar aradaki gerilimi ve gerginliği azaltacaktır. Bizler ‘düşman milletler’ tiplemesini kırmak zorundayız Böyle bir durum 21. yüzyıl için gerçekten çok garip duruyor.

Siyasetçilerin ve halkın davranışları arasında farklılıklar bulunduğu doğrudur ve bu durumu sorunun siyasileştirilmesi de etkiliyor. Taşnaklar gibi bazı partiler diğerlerine oranla daha radikal görünüyorlar, fakat siyasiler ile halk arasındaki görüş farklarını abartıp abartmadığımız konusunda emin olamıyorum.

SL: Türkiye - Ermenistan ilişkileri Ermenistan’ın bağımsızlığını kazandığı günden bugüne oldukça sorunlu. Sizce bunun temel nedenleri nelerdir? Geçmiş sorunlar ve psikolojik etmenlerin bu durumda rolü nedir? Türkiye'nin eksiklikleri nelerdir? Ermenistan bu konuda devlet olarak hata yapmış mıdır?

HN: Tarihi sorunlar her koşulda Ermeni – Türk ilişkilerinin merkezinde olacaktır diye düşünüyorum. Ve bunun Türk tarafı için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Ermenistan bağımsızlığını 21 Eylül 1997'de kazandı. Türkiye bağımsız Ermeni devletini tanıdı, ancak onunla diplomatik ilişki kurmayı reddetti. Soralım, neden? Ermenistan soykırım sorununu ön plana getirmedi o dönemde Karabağ’da savaş tam olarak çıkmış değildi. Bu durumda Ankara niçin bir diyalog başlatmayı reddetti? Türk halkı, bana kalırsa Ermeniler hakkında bazı psikolojik komplekslere de sahip. Bence bu durumun ciddi bir çalışmayla ele alınması gerekiyor ve ben bu halimle amatörce bu işi yapabilecek durumda değilim. Tahminim odur ki er ya da geç tarihimizi hep birlikte gözden geçirmek zorunda kalacağız. Bu Ermeni – Türk ilişkilerini başlatmanın tek yoludur. Bunun çok da kolay olmayacağına eminim, ancak sahip olduğumuz başka bir alternatif bulunmuyor.

Bana soracak olursanız soykırım konusunun Ermeni – Türk ilişkileriyle ilişkilendirilmemesi gerekir derim. Ve ben Ermeni yetkililerin Türkiye ile ilişkileri yeniden harekete geçirebilmek için son dönemdeki açıklamalarını memnuniyetle karşılıyorum ve yapılan görüşmeleri taktirle karşılıyorum. Bunlar tüm dünyada 11 Eylül’den sonra gelen devasa gelişmeler ile yaşanmıştır. Demek ki bizlerin bir şansı daha vardır ve umarım ki bizler bunu, geçmişte yaptığımız gibi, kaybetmeyiz.

SL: Eğer sınır kapısı açılsa ve iki ülke ticarete başlasa bunun Ermenistan üzerindeki etkileri neler olur? Türkiye – Ermenistan siyasi ilişkilerinde gelişmeye katkıda bulunur mu?’

HN: İlk olarak böyle bir gelişme sıradan insanların, tarafların birbiri arasındaki temasları arttıracak, geliştirecektir ve her bir tarafın birbirini anlamasına yardımcı olacaktır. Her şeyden önemlisi milliyetçi basının yazdığı her şeye güvenemeyiz. Doğrudan ilişkiler bu bağlamda yararlı olabilir. Buna karşın olumsuz etkilerinin olabilme olasılığını tamamen dışlayarak bunları söylediğimi belirtmeliyim. Sınırların yeniden açılması siyasi iklime de bir canlanma getirecektir. Şu ana kadar üçüncü bir ülkenin Türkiye’nin çıkarlarını Ermenistan’da temsil etmiyor olmasını anlayabilmiş değilim. Bunun tersi de geçerlidir. Örneğin İran ve ABD de diplomatik ilişkiye sahip değildir, fakat İsviçre Büyükelçiliği Washington ve Tahran’da uzlaştırıcı rolünü yürütür. Irak ile ABD bile doğrudan temasa sahiptir, fakat bizler hala ‘karanlık orta çağlar’dayız. Bizler sorunlarımızı düzgün bir şekilde ele almayı dahi beceremiyoruz. Birbirimize bakmaktan dahi çekindiğimizi düşünmüyor musunuz? Bu nedenle psikolojik sorunların siyasi alanda gizli ancak çok kesin bir etkisinin bulunduğunu düşünüyorum.

Ümit ederim ki Türkiye sınır kapılarını açarak "Ermeni soykırımı" konusundaki iletişimi önlemeye çalışmaz. Bu hususta Erivan yetkilileri gerekli izni verse bile böyle bir gelişme er ya da geç yeni sorunlar setini getirecektir. Ermeni davası bu şekilde Ermeni iç yaşamında ‘siyasi bir yürüyüş’ haline dönüştürülmüş olacaktır ve durum kontrol edilemez bir hal alacaktır. Bu benim şahsi görüşümdür. Bence tarihi ve siyasi sorunlar üzerine kurulacak bir Ermeni – Türk diyaloğu bizim eninde sonunda gelmek zorunda olduğumuz en iyi seçim olacaktır. Öyleyse niçin tereddüt ediyoruz?

SL: Benim kişisel görüşüm Ermenistan Ermenileri ile diaspora Ermenileri arasında görüş farkları olduğu şeklinde. Buna katılır mısınız? Diaspora, Ermenistan üzerinde etki kurmaya ve Türkiye ile ilişkilerin gelişmesini engellemeye mi çalışıyor?

HN: Ermenistan’dan gerçekleşen en son göç dalgasından önce oluşmuş bulunan Ermeni diasporası daha çok Anadolu kökenlidir. Bu noktada şunu da belirtmeliyim ki şu anda bir çok Türk uzman da Ermenilerin yüzyıllarca Anadolu’da yaşadığını kabul ediyor ve bu da beni çok mutlu ediyor. Bu arada eklemeliyim bence binlerce yıldır. 1915’den sonra bu insanlar artık ‘vatansız’dırlar ve bu bağlamda nostaljik duyguları son derece insanidir. Türkler de yurt dışında oldukları zaman vatanlarını özlemiyorlar mı?

Yukarıda bahsettiğimiz gerçek diasporayı Ermeni davasında daha keskin yapıyor. Ayrıca, Türk tarafının teorisi olan 'soykırımın hatırlanılması diaspora Ermenilerini birarada tutuyor' tezi de bence gerçekçidir. Bunu kabul edebilirim. Fakat Ermenistan’daki Ermenilerin sadece ‘ekmek parası’nı düşündükleri ve soykırım ile ilgilenmedikleri iddiasını kabul edemem. Karabağ sorunu ve geçiş dönemi sorunları bazı etkilerde bulunmaktadır, fakat aynı zamanda şunu da söyleyebilirim ki gelecekte Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki yeni nesil Ermeni davasında diasporadakilerden çok daha keskin bir hale gelebilir. Bunu ‘milliyetçilik’ olarak adlandırmayalım. 'Soykırımın hatırlanılması' bir tür ulusal kimliktir.

Diasporanın ilişkileri geliştirme konusunda engelleyici bir çaba içinde olduğunu, ya da gelecekte ilişkilerin geliştirilmesini engellemeye çalışacağını sanmıyorum. İlk olarak diaspora bir örgüt değildir, bir çok topluluktan oluşur, dolayısıyla engel olmak gibi bir faaliyet yürütemez. Şunu da unutmayalım ki Türk – Ermeni Uzlaşma Komitesi’nin iki üyesi diaspora Ermenilerindendi, bunlardan biri Rusya’dan diğer de ABD’nden idi. Ayrıca Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan da Amerika vatandaşıdır. Aynı kişi son günlerde KEİB İstanbul Zirvesi’nde diasporanın Ermeni – Türk diyaloğuna karışmayacağını ilan etmiştir.

SL: Türkiye’den yakın dönemde bir askeri ya da siyasi tehdit bekliyor musunuz? Ermeni halkının böyle bir beklentisi var mı? Türkiye'den saldırı olabileceğini savunanlar bu görüşlerini hangi verilere dayandırıyorlar?

HN: İlginç bir soru. Ermenistan’ın nüfusu 2 milyondur, ve Türkiye ise 70 milyondan fazladır. Arada karkışılıklı bir güven olmayınca bu durum adı geçen birinci ülke için bir tür tehlike anlamına gelir. Bundan dolayıdır ki Ermenistan’da Rus üsleri bulunmaktadır. 1993 yılında Ermeni askerleri Dağlık Karabağ’a doğru ilerlediği zaman Türkiye’deki bazı çevreler Ermenistan’a karşı da "Kıbrıs senaryosunun" uygulanmasını istediler. Böyle bir olay Ermeni çevrelerindeki endişeyi besledi. Türk basınında Mehmet Ali Birand’ın ilginç görüşü vardı, buna göre Türkiye sıklıkla tehdit etme politikasını uygulamaya koymaktadır. Böyle bir politika uluslararası kamuoyunda bir tür kesin imajın oluşmasına neden oluyor. Belki de bu, Avrupalılara Osmanlı savaşları dönemini hatırlatıyor. Ben, şahsen Türkiye’de demokratikleşme sürecinin devam etmesinden yanayım, ve bizim batı komşumuzun hem uluslararası toplum, hem de bizim için daha güvenilir ve ne yapacağı tahmin edilebilir olmasını isterdim.

SL: Çizmiş olduğunuz tablo biraz karamsar. Böyle bir ortamda diyalog gerçekten mümkün mü? Sizce diyalogda nasıl bir yol izlenmeli?

HN: Ben diyaloğun mümkün olduğuna eminim. Şu anda bir savaş ya da ateşkes halinde değiliz. Şu an içinde bulunulan durumu bir tür ‘Soğuk Savaş’ hali olarak tanımlayabiliriz. Diyaloğun çok da kolay olmayacağını düşünüyorum, bizlerin başlangıç için cesarete ve teşvik edilmeye ihtiyacımız var. İlk aşama için güven oluşturucu önlemler ve siyasi jestler büyük fayda sağlayabilir. Bugün Türkiye’de "soykırımı" reddedenler her durumda Ermenilerin 1915 yılında büyük bir trajedi yaşadığını kabul edeceklerdir. Buna benzer bir şekilde Türk tarafından gelecek başsağlığı, teselli benzeri eylemler durumu bir ölçüde değiştirebilir. Türklerin bu yıl Tsitsenakaberd’deki Ermeni Soykırımı Anma Anıtı’nı ziyaret etmeleri bizim halkımızda çok olumlu etkilerde bulundu. Tüm Ermeni gazeteleri bu konuda olumlu şeyler yazdılar. Ermeniler duygusal insanlardır ve bu tür jestler sıcak bir şekilde karşılık bulur, hatta ziyaretçiler soykırımın kendisini kabul etmeseler dahi. Eğer Ermeni tarafının olaylardan en çok acı çeken taraf olduğu konusunda herhangi bir şüphe yok ise Türk tarafının Ermeni – Türk dostluğunda inisiyatifi alan taraf olması ve ilk adımı atması gerekir. Buna ek olarak Ermeni tarafının jestleri de bunu takip etmelidir.

SL: Şu ana kadarki sözlerinizden anladığım o ki sizin ‘soykırım’ olarak adlandırdığınız olayların Ermeniler üzerindeki etkisi çok büyük. Bu bağlamda Türkiye ne yapabilir? Ondan Ermenilerin beklediği nedir? Ermeniler için resmi bir tanıma yeterli olacak mıdır? Yoksa bunu takip eden talepler de var mı? Örneğin bazı radikal Ermeniler toprak değişiminden bahsediyor ve bu da Türkiye’yi doğal olarak kızdırıyor. Kısacası Ermeniler ne istiyorlar, ne istediklerini biliyorlar mı?

HN: Biz sorunu tartışırken temel sorunun çözümüne doğru yöneldik. Bizler 'toprak talebi' derken neyi kasdettiğimizi anlamaya çalışalım... İlk olarak 1915 yılında bir Ermeni devleti bulunmamaktaydı. Bu çok önemlidir. Ayrıca, bizim çok büyük önem atfettiğimiz Van, Kars, Muş, Erzurum gibi illerin nüfusu 4 milyonu geçiyor. Ermenistan’ın nüfusu ise 2 milyondur. Bu durumda bir gözünüzde canlandırınız, bir tür mucize gerçekleşse ve Türk tarafı bu toprakları Ermeni tarafına vermeyi kabul etse. Bu durumda neolur, Ermeniler otomatik olarak kendi topraklarında azınlık durumuna düşerler. Bir arkadaşım geçenlerde şöyle bir espri yaptı: ‘Eğer Türk Başbakanı Ermenistan’ı kontrol etmek istiyorsa bu toprakları Erivan’a verir.’ Durum budur. Bu bilgiler ışığında denebilir ki bu tür iddialar ya bir tür Ermeni nostaljisidir, ya da Türk milliyetçi propagandasıdır. Buna karşın daha önce de söylediğim gibi bizler Anadolu’ya ve buradaki bazı yerlere, Ani’ye, Akdamar’a, Ararat’a (Ağrı Dağı) veya Sasun’a büyük bir önem veriyoruz ve Ermeniler bu yerleri ‘kutsal’ sayıyorlar. Örneğin Ermenice’de ‘Tesnem Anin u nor Mernem’ (Ani’yi gördükten sonra öleyim) diye bir çeşit şarkı da vardır. Bu da durumu tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Yakın bir zaman önce bir grup Ermeni turist ile birlikte Doğu Anadolu’yu ziyaret ettim ve onların atalarının doğum yerlerini ziyaretleri esnasında gözyaşlarını gördüm. Benim de bir takım köklerim Muş’tadır. Bu ortamda bana öyle geliyor ki Türkiye, Ermenilerin buraları ziyaret edebilmesi için gerekli ortamı sağlamalıdır, bu doğru bir tercih olacaktır, hatta Ermeniler için koşullar dahi sağlanmalıdır. Böyle bir şeyin Ermeniler üzerinde gerçekten büyük bir etkisi olacaktır ve Ermeniler arasındaki nostaljiyi azaltacaktır ve toprak iddialarının bundan sonra daha az dile getirileceğini düşünüyorum. Böylece bizler de ‘yalnızca Ani’yi gördükten sonra ölme’ psikolojik kompleksinden kurtulmuş oluruz. Buna ek olarak Doğu Anadolu da turizmden altyapısı çok zayıf olmasına rağmen, çok büyük gelirler elde edebilir. Kars devlet sınırının kısa sürede açılmayacağı anlaşılıyor, fakat turistler için bir ayrıcalık yapılabilir diye düşünüyorum. Toprak değişimi konusuna gelecek olursak Türk – Ermeni sorununu çözmek için ilk defa bu gündeme geliyor. Belki Ani’yi Ermenistan’ın bazı toprakları ile değiştirmek mümkün olabilir diye düşünebiliriz (Ani bölgede sadece 160 metrekarelik bir yerdir), veya sadece sembolik olarak Akdamar adasını Ermenistan’ın parçası olarak ilan edelim (700 metrekaredir). Tabi ki Akdamar Ermenistan Cumhuriyeti ile irtibatlandırılamaz, bu Türkiye’nin iyi niyetini tüm dünyaya gösterecektir, ve tabii ki Ermeniler için de büyük bir anlam taşır, ayrıca şüphesiz böyle bir gelişme Türkiye’nin toprak bütünlüğü konusunda da herhangi bir şüpheye neden olmaz. Gerçi şu an için bu tür gelişmeler sadece fantazidir. Türkiye, kendisi şu anda önemli bir dönüşüm süreci içerisinde. Birkaç yıl önce Kürtçe yayın sadece bir fantezi olabilirdi veya sadece kötü bir şaka. Bana öyle geliyor ki yakın bir zamanda olumlu sonuçlar elde edebileceğiz, eğer Türkiye demokratikleşme sürecinde ilerler ise.

SL: Eğer Türkiye Ermenilerin ‘soykırım’ iddialarını tanırsa sorunlar çözülecek mi?

HN: Er ya da geç bir zamanda Türk toplumu anlayacaktır ki soykırım sorununun bir çözüme ulaşması Ermenilerden çok Türk tarafı için daha önemlidir. Aynı zamanda, ben “soykırım” kelimesinin Türkiye tarafından kullanılmasında ısrar ediyor da değilim. Bu nokta Ermenistan Başkanı tarafından da belirtilmiştir. Türkiye farklı bir kelime de kullanabilir, örneğin ‘trajedi’ diyebilir. Sıklıkla Ankara’da söylendiği gibi. Bizler konuşma tonumuzu değiştirmeliyiz ve görüşmelere başlamalıyız. Ben gerçekten demokratikleşmiş, ne yapacağı önceden öngörülebilen ve Ermenistan için güvenilir bir devlet ve ortak görmek isterim. “Soykırım” konusu da bu açıdan hayati bir öneme sahiptir.

SL: Sizce Türkiye ‘soykırım’ iddialarını neden tanımıyor veya Ermenilerin sıklıkla kullandığı şekliyle neden ısrarla 'inkar' ediyor?

HN: Belki toprak korkuları vardır veya tazminat taleplerinin gelmesi. Eğer sorun tazminatsa soykırım ile bunun gerçek bir bağlantısı yoktur. Örneğin eğer bir Ermeni büyükbabasının Osmanlı Bankası çekini taşıyorsa bunun için bankaya başvurma hakkına sahiptir, bunun soykırım konusuyla bir ilgisi yoktur. Diğer bir deyişle bu pratikte banka-müşteri ilişkisidir ve bir banka için bu imaj daha iyidir. Ben bu tür konuların Ermeni – Türk devlet ilişkilerinde gündemde bulunacağını sanmıyorum. Bildiğimiz gibi Ermenistan soykırım da dahil olmak üzere hiçbir ön koşul ileri sürmeksizin Türkiye ile resmi ilişki kurmak istiyor. Bir diğer sorun da daha önce ‘evet’ dediğiniz bir şeyi reddetmektir, böylece kendinizi engellemiş olursunuz çünkü... Ermeni sorunu Ankara’nın karşılaştığı tek sorun değildir ve şunu söyleyebilirim ki en büyük sorun da değildir ve tüm bu faktörler sorunun çözümünü engellemektedir.

Tüm bunlara karşın Türkiye’de demokratikleşme alanında büyük bir yol katedildiğini de söylemeliyim. Türk kitapevlerini ziyaretlerim esnasında Ermeni tarihçi Vahagn Dadrian’ın, Arnold Toynbee’nin, Verfels’in kitaplarını, ‘Musa Dağı’nda 40 Gün’ü gördüm ve dedim ki ‘Türkiye’ye Bravo!’. Bence bu Türkiye için gerçekten zor bir durum ve bu çabalara saygı duyuyorum.

SL: Bazı Ermeni sanatçı ve yazarlar Ağrı Dağı’nın Ermenistan’a bakan yanının Ermenilere bırakılmasının iyi bir ‘jest’ olacağını iddia ettiler. Sizce böyle bir girişim ilişkilere katkıda bulunur mu, bu tür iddialar gerçekçi midir? Ermeni halkı gerçekten daha fazla toprak mı istiyor?

HN: Doğrusunu söylemek gerekirse, orada büyük bir askeri güç varken Ağrı’nın iki parçaya ayrılabileceğini düşünmüyorum, sadece Ankara açısından değil NATO açısından da durum budur. Eğer Ermeni turistlerin Ağrı’yı ziyaretlerinin kolaylaştırılması düşünülürse daha pratik bir öneri olur diye düşünüyorum.

SL: Ermeni güçleri şu anda Azerbaycan topraklarının yaklaşık olarak yüzde 20’sini işgal altında tutuyor ve bu durum Türkiye – Ermenistan ilişkilerini olumsuz yönde etkiliyor. Bu konudaki düşünceleriniz nedir? Ermeni kuvvetleri Azerbaycan topraklarından çekilir mi? Yoksa çözüm başka yönde mi gerçekleşir?

HN: Karabağ sorunu Ermeni ve Azerbaycanlı başkanlarca tartışılıyor. Sorunun yakın bir gelecekte çözülüp çözülemeyeceğini bilemiyorum, fakat Türkiye’nin sınırları kapatarak ve ikili ilişkileri engelleyerek yaptığı ‘Ermenistan’ı cezalandırma’ politikası Erivan ve Bakü arasında asla bir sonuç getirmeyecektir. Eğer tersi olsaydı belki Ankara çok daha etkili olabilirdi. Ben gerçekten Ankara’nın bölgesel ve uluslararası alanda çok daha faal olması gerektiğini ve uluslararası topluma daha açık olmasını savunuyorum. Geçmişte Türkiye ekonomik olarak kapalıydı, fakat Turgut Özal engelleri kaldırdı ve Türkiye ekonomik olarak gelişmeye başladı. Şimdi bence Türkiye’nin siyasi olarak da açılması gerekiyor. Öyleyse sizin kapalı sınırlara ihtiyacınız yok.

SL: Türkiye’ye birkaç defa geldiniz. Sizce Türklerin büyük çoğunluğu Ermenilerden nefret mi ediyor? Fırsatını bulmaları halinde Ermenilere her türlü fenalığı yaparlar mı?

HN: Türkiye’de dört kez bulundum ve herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Dolayısıyla bir nefretten bahsetmek mümkün değildir. İstanbul’da çalışan binlerce Ermeni vatandaşı var ve şu ana kadar onların ulusal kimliklerinden kaynaklanan herhangi bir sorun olduğunu duymadım. Ağustos ayında bizler Doğu Anadolu’da iken bölgesel yetkililer bizlere yardımcı oldular ve ben şunu gördüm ki bu durum bölgeye yönelik turizmin gelişmesi için önemli bir faktördür. Ben bu konuda herhangi bir problemimiz olduğunu sanmıyorum.

SL: Türkler ve Ermenilerin aralarının bozuk olmasında diğer ülkelerin de hiç rolü var mıdır? Yoksa tek sorumlu bu iki millet midir?

HN: Evet. Bizim bölgemiz bir çok gücün çıkarlarının kesiştiği bir yerdir ve Ermeni – Türk ilişkileri hiçbir şüphe yok ki bundan etkilenmektedir. Şüphesiz geçmişte de böyleydi ve Ermeni – Türk çatışması yabancı güçlerin ‘yardımları’ olmadan gerçekleşmiş değildir. Bunun yanısıra Ermeni – Türk ilişkilerindeki en son gelişmelerden de bahsetmeliyim. Türk-Ermeni dışişleri bakanlarının görüşmeleri,

Ermeni vatandaşlarının Türkiye’ye girişlerinde vize rejimindeki iyileşme, Dağlık Karabağ konusundaki temaslarda artış da, bir düzeye kadar, Avrupalı ve Batılı diplomatların çağrıları ve baskıları sonucunda gerçekleşmiştir.

* * *

Haykaram Nahabetyan Kimdir?

14 Eylül 1976’da Erivan’da doğdu. 1993–1998 yıllarında Erivan Devlet Üniversitesi’nde Doğu Çalışmaları Fakültesi Türkçe Bölümü’nü bitirdi. Ocak-Temmuz 2000 arasında Tarih Vakfı’nda (İstanbul) Osmanlı Türkçesi çalıştı. Halen Erivan’da Noyan Tapan haber ajansı için çalışıyor. Haftalık yayınlanan Noyan tapan Highlights’ın dış haberler editörü. Ermeni basınında yayınlanan çok sayıda makalenin yazarı olan Nahabetyan Ermenice’nin yanısıra Rusça, Türkçe ve İngilizce bilmektedir.

----------------------* Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi -
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 8, Kış 2003