Friday, April 17, 2009

"Ermeni Tehcirinde Almanya'nın Rolü" Konferansı


* Laçiner:"Almanya'nın Üç Tavrı Var"


* Almanya kendisini 1915 Olayları'ndan tamamen temizleme gayretinde


* Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Başkanı emekli Büyükelçi Ömer Engin Lütem, Ermenistan sınırının açılmasına ilişkin tartışmalarla ilgili olarak, "ortada henüz bir şey olmadığını, yoğun müzakereler yapılmakla birlikte, henüz teknik konuların konuşulmakta olduğunu" söyledi.

ANKARA (AA) - Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu "USAK" ile TOBB ETÜ (Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi) tarafından, "Ermeni Tehcirinde Almanya'nın Rolü" başlıklı bir konferans düzenlendi.


Konferansın açılışını yapan TOBB ETÜ Mütevelli Heyeti Başkan Danışmanı Prof. Dr. Tahsin Kesici, Ermeni sorunu konusunda bir neslin bilgisiz yetiştiğini, meseleye hazırlıksız yakalanıldığını, bugün internette bu konuda büyük bir elektronik savaş olduğunu söyledi. Türklerle Ermenilerin 800 sene birlikte yaşadığını hatırlatan Kesici, Almanya'nın 1915 olaylarıyla ilgili olarak "önce Türkleri suçladığını, ancak sonra bu konuyu bıçakla kesilmiş gibi bıraktıklarını" belirtti.


Konferansa başkanlık eden Büyükelçi Lütem de, açılış konuşmasında güncel gelişmelere değinerek, ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye ziyaretinin stratejik ve önemli konuları içerdiğini, ancak basına daha çok Ermeni meselesinin yansıdığını ifade etti. Lütem, Ermenistan sınırının açılması tartışmalarıyla ilgili olarak da önce yabancı basında büyük gazetelerin bu konuyu yazdığını, hatta verdikleri tarihe göre sınırın dün açılması gerektiğini, bu yaklaşımın içeriye de yansıdığını kaydetti. Sonuçta Azerilerin bunu gerçek olarak algılamasıyla başka bir tartışma doğduğunu hatırlatan Lütem, sınırın açılması konusunda yoğun müzakereler yapılmakla birlikte, ortada daha "hiçbir şey olmadığını," henüz teknik konular üzerinde konuşulmakta olduğunu ifade etti.


USAK Başkanı Sedat Laçiner de, Türkiye ile Almanya arasındaki tarihi sosyal ilişkileri özetleyerek başladığı konuşmasında, iki ilişkilerde zaman zaman Ermeni sorunundan kaynaklanan hayal kırıklıkları olduğunu belirtti. Bu konuya örnek olarak Talat Paşa cinayetini veren Laçiner, Talat Paşa'yı arkadan vurup öldüren Sogomon Tehliryan'ın beraat etmesinin, "bu cinayetin ardından işlenmiş bir hukuk cinayeti olduğunu" ifade etti.


Sedat Laçiner, Ermenilerin 1915 olaylarıyla ilgili olarak Türkleri, Yahudileri ve "silah cephane sağladığı, Osmanlı ordusunda generalleri bulunduğu" gerekçesiyle Almanları suçladığını belirtti.


Laçiner, Almanya'nın ise 1915 olayları konusunda sessizlik, kendini savunma ve son dönemde de, "bir yandan Ermeni iddialarını destekleme, diğer yandan da kendilerini bundan ayırmaya çalışma" gibi üç tavır sergilediklerini ifade etti.


Konuşmacılardan Prof. Dr Selami Kılıç da, Osmanlı ordusu içinde Almanya'nın rolü ve silah tedariki konusunda bilgi vererek, Türkiye'nin 1950, hatta 1980'lerdeki Özal döneminde bu konuyu konuşmaya başlarken, Almanların 1918'de konuyu ele almaya başladıklarını kaydetti.


Almanların Osmanlı'daki nüfuzunu artırma girişimi hakkında bilgi veren Kılıç, Almanya'nın Trabzon, Erzurum, Şam, Halep, Bağdat, Kudüs gibi birçok yerde konsolosluk açtığını söyledi.Almanların Kafkaslar ve doğuya açılım politikalarını anlatan Kılıç, uluslararası alanda yayımlanan eserler, belgeler ve döneme ait fotoğrafların gösterimiyle, konuşmasını tamamladı.


Yrd. Doç. Dr. Barış Özdal da, "Ermeni Sevk Ve İskanında Almanya'nın Rolü" başlığını taşıyan konuşmasında Almanya'nın Osmanlı Ermenilerine yönelik politikaları, tarihçesi ve mevcut belgelere ilişkin bilgiler verdi."


Ermeni Tehcirinde Almanya'nın Rolü" konferansının sonunda katılımcılara plaket sunuldu.

17 Nisan 2009, Cuma
Kaynak:
AA

Tuesday, April 7, 2009

Söyleşi: Ermeni Gazeteci Haykaram NAHBETYAN İle Ermeni Sorunu Üzerine

Sedat LAÇİNER*
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 8, Kış 2003


--------------------------------------------------------------------------------

Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kıdemli araştırmacılarından Dr. Sedat LAÇİNER (SL) Ermeni gazeteci Haykaram NAHABETYAN (HN) ile Ermeni sorunu ve Türk – Ermeni ilişkileri üzerine konuştur. Nahabetyan Erivan’dan konuya farklı bir yaklaşım sergiliyor. Bizlere Ermeni ve Ermenistan yaklaşımını sunuyor. Şüphesiz Türk okurlar içerisinde Nahabetyan’ın sözlerini aşırı bulanlar olacaktır. Kendisinin verdiği bir çok bilgiye ve yoruma Türk araştırmacıların katılmasının zor olduğunu da belirtmek gerekir. Ancak Ermenistan halkının nabzını tutan bir isim olarak aşağıdaki mülakat çok değerli bilgiler sunuyor.

SL: Erivan'dan bakıldığında Türkiye nasıl algılanıyor? Devlet ile halkın bakış açısı arasında fark var mı?

HN: "Bence her iki tarafın da algılamaları büyük önem taşıyor ve bu ülkemizin tutumunda da etkili oluyor. Tarihi sorunlar ve "1915 soykırımı" Ermeni ulusunun mentalitesinde kesin ve kayda değer bir öneme sahiptir. Bunu görmezden gelmek ya da hafife almak gerçekten zordur ve ben tüm samimiyetimle trajik olayların herhangi bir ulusun düşünme yönteminde böylesine büyük bir etkide bulunmasını bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum. Fakat bu da bizim kabul etmek zorunda olduğumuz bir gerçektir. Bu durumda eğer Ermenilerin çoğunun Türk halkını 1915 trajedisi çerçevesinde değerlendirdiğini söylersem abartmış olmam. Fakat, aynı zamanda şunu da belirtmeliyim ki son dönemlerde iki ulus arasındaki yoğun ilişkiler ve bavul ticaretinin artması tarafların birbirlerini daha iyi tanımasına yardımcı olmuştur. Ben altı aylığına Türkiye’de bulundum ve orada çok iyi insanlar tanıdım, bir çok arkadaşım oldu. Eminim bu tür temaslar aradaki gerilimi ve gerginliği azaltacaktır. Bizler ‘düşman milletler’ tiplemesini kırmak zorundayız Böyle bir durum 21. yüzyıl için gerçekten çok garip duruyor.

Siyasetçilerin ve halkın davranışları arasında farklılıklar bulunduğu doğrudur ve bu durumu sorunun siyasileştirilmesi de etkiliyor. Taşnaklar gibi bazı partiler diğerlerine oranla daha radikal görünüyorlar, fakat siyasiler ile halk arasındaki görüş farklarını abartıp abartmadığımız konusunda emin olamıyorum.

SL: Türkiye - Ermenistan ilişkileri Ermenistan’ın bağımsızlığını kazandığı günden bugüne oldukça sorunlu. Sizce bunun temel nedenleri nelerdir? Geçmiş sorunlar ve psikolojik etmenlerin bu durumda rolü nedir? Türkiye'nin eksiklikleri nelerdir? Ermenistan bu konuda devlet olarak hata yapmış mıdır?

HN: Tarihi sorunlar her koşulda Ermeni – Türk ilişkilerinin merkezinde olacaktır diye düşünüyorum. Ve bunun Türk tarafı için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Ermenistan bağımsızlığını 21 Eylül 1997'de kazandı. Türkiye bağımsız Ermeni devletini tanıdı, ancak onunla diplomatik ilişki kurmayı reddetti. Soralım, neden? Ermenistan soykırım sorununu ön plana getirmedi o dönemde Karabağ’da savaş tam olarak çıkmış değildi. Bu durumda Ankara niçin bir diyalog başlatmayı reddetti? Türk halkı, bana kalırsa Ermeniler hakkında bazı psikolojik komplekslere de sahip. Bence bu durumun ciddi bir çalışmayla ele alınması gerekiyor ve ben bu halimle amatörce bu işi yapabilecek durumda değilim. Tahminim odur ki er ya da geç tarihimizi hep birlikte gözden geçirmek zorunda kalacağız. Bu Ermeni – Türk ilişkilerini başlatmanın tek yoludur. Bunun çok da kolay olmayacağına eminim, ancak sahip olduğumuz başka bir alternatif bulunmuyor.

Bana soracak olursanız soykırım konusunun Ermeni – Türk ilişkileriyle ilişkilendirilmemesi gerekir derim. Ve ben Ermeni yetkililerin Türkiye ile ilişkileri yeniden harekete geçirebilmek için son dönemdeki açıklamalarını memnuniyetle karşılıyorum ve yapılan görüşmeleri taktirle karşılıyorum. Bunlar tüm dünyada 11 Eylül’den sonra gelen devasa gelişmeler ile yaşanmıştır. Demek ki bizlerin bir şansı daha vardır ve umarım ki bizler bunu, geçmişte yaptığımız gibi, kaybetmeyiz.

SL: Eğer sınır kapısı açılsa ve iki ülke ticarete başlasa bunun Ermenistan üzerindeki etkileri neler olur? Türkiye – Ermenistan siyasi ilişkilerinde gelişmeye katkıda bulunur mu?’

HN: İlk olarak böyle bir gelişme sıradan insanların, tarafların birbiri arasındaki temasları arttıracak, geliştirecektir ve her bir tarafın birbirini anlamasına yardımcı olacaktır. Her şeyden önemlisi milliyetçi basının yazdığı her şeye güvenemeyiz. Doğrudan ilişkiler bu bağlamda yararlı olabilir. Buna karşın olumsuz etkilerinin olabilme olasılığını tamamen dışlayarak bunları söylediğimi belirtmeliyim. Sınırların yeniden açılması siyasi iklime de bir canlanma getirecektir. Şu ana kadar üçüncü bir ülkenin Türkiye’nin çıkarlarını Ermenistan’da temsil etmiyor olmasını anlayabilmiş değilim. Bunun tersi de geçerlidir. Örneğin İran ve ABD de diplomatik ilişkiye sahip değildir, fakat İsviçre Büyükelçiliği Washington ve Tahran’da uzlaştırıcı rolünü yürütür. Irak ile ABD bile doğrudan temasa sahiptir, fakat bizler hala ‘karanlık orta çağlar’dayız. Bizler sorunlarımızı düzgün bir şekilde ele almayı dahi beceremiyoruz. Birbirimize bakmaktan dahi çekindiğimizi düşünmüyor musunuz? Bu nedenle psikolojik sorunların siyasi alanda gizli ancak çok kesin bir etkisinin bulunduğunu düşünüyorum.

Ümit ederim ki Türkiye sınır kapılarını açarak "Ermeni soykırımı" konusundaki iletişimi önlemeye çalışmaz. Bu hususta Erivan yetkilileri gerekli izni verse bile böyle bir gelişme er ya da geç yeni sorunlar setini getirecektir. Ermeni davası bu şekilde Ermeni iç yaşamında ‘siyasi bir yürüyüş’ haline dönüştürülmüş olacaktır ve durum kontrol edilemez bir hal alacaktır. Bu benim şahsi görüşümdür. Bence tarihi ve siyasi sorunlar üzerine kurulacak bir Ermeni – Türk diyaloğu bizim eninde sonunda gelmek zorunda olduğumuz en iyi seçim olacaktır. Öyleyse niçin tereddüt ediyoruz?

SL: Benim kişisel görüşüm Ermenistan Ermenileri ile diaspora Ermenileri arasında görüş farkları olduğu şeklinde. Buna katılır mısınız? Diaspora, Ermenistan üzerinde etki kurmaya ve Türkiye ile ilişkilerin gelişmesini engellemeye mi çalışıyor?

HN: Ermenistan’dan gerçekleşen en son göç dalgasından önce oluşmuş bulunan Ermeni diasporası daha çok Anadolu kökenlidir. Bu noktada şunu da belirtmeliyim ki şu anda bir çok Türk uzman da Ermenilerin yüzyıllarca Anadolu’da yaşadığını kabul ediyor ve bu da beni çok mutlu ediyor. Bu arada eklemeliyim bence binlerce yıldır. 1915’den sonra bu insanlar artık ‘vatansız’dırlar ve bu bağlamda nostaljik duyguları son derece insanidir. Türkler de yurt dışında oldukları zaman vatanlarını özlemiyorlar mı?

Yukarıda bahsettiğimiz gerçek diasporayı Ermeni davasında daha keskin yapıyor. Ayrıca, Türk tarafının teorisi olan 'soykırımın hatırlanılması diaspora Ermenilerini birarada tutuyor' tezi de bence gerçekçidir. Bunu kabul edebilirim. Fakat Ermenistan’daki Ermenilerin sadece ‘ekmek parası’nı düşündükleri ve soykırım ile ilgilenmedikleri iddiasını kabul edemem. Karabağ sorunu ve geçiş dönemi sorunları bazı etkilerde bulunmaktadır, fakat aynı zamanda şunu da söyleyebilirim ki gelecekte Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki yeni nesil Ermeni davasında diasporadakilerden çok daha keskin bir hale gelebilir. Bunu ‘milliyetçilik’ olarak adlandırmayalım. 'Soykırımın hatırlanılması' bir tür ulusal kimliktir.

Diasporanın ilişkileri geliştirme konusunda engelleyici bir çaba içinde olduğunu, ya da gelecekte ilişkilerin geliştirilmesini engellemeye çalışacağını sanmıyorum. İlk olarak diaspora bir örgüt değildir, bir çok topluluktan oluşur, dolayısıyla engel olmak gibi bir faaliyet yürütemez. Şunu da unutmayalım ki Türk – Ermeni Uzlaşma Komitesi’nin iki üyesi diaspora Ermenilerindendi, bunlardan biri Rusya’dan diğer de ABD’nden idi. Ayrıca Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan da Amerika vatandaşıdır. Aynı kişi son günlerde KEİB İstanbul Zirvesi’nde diasporanın Ermeni – Türk diyaloğuna karışmayacağını ilan etmiştir.

SL: Türkiye’den yakın dönemde bir askeri ya da siyasi tehdit bekliyor musunuz? Ermeni halkının böyle bir beklentisi var mı? Türkiye'den saldırı olabileceğini savunanlar bu görüşlerini hangi verilere dayandırıyorlar?

HN: İlginç bir soru. Ermenistan’ın nüfusu 2 milyondur, ve Türkiye ise 70 milyondan fazladır. Arada karkışılıklı bir güven olmayınca bu durum adı geçen birinci ülke için bir tür tehlike anlamına gelir. Bundan dolayıdır ki Ermenistan’da Rus üsleri bulunmaktadır. 1993 yılında Ermeni askerleri Dağlık Karabağ’a doğru ilerlediği zaman Türkiye’deki bazı çevreler Ermenistan’a karşı da "Kıbrıs senaryosunun" uygulanmasını istediler. Böyle bir olay Ermeni çevrelerindeki endişeyi besledi. Türk basınında Mehmet Ali Birand’ın ilginç görüşü vardı, buna göre Türkiye sıklıkla tehdit etme politikasını uygulamaya koymaktadır. Böyle bir politika uluslararası kamuoyunda bir tür kesin imajın oluşmasına neden oluyor. Belki de bu, Avrupalılara Osmanlı savaşları dönemini hatırlatıyor. Ben, şahsen Türkiye’de demokratikleşme sürecinin devam etmesinden yanayım, ve bizim batı komşumuzun hem uluslararası toplum, hem de bizim için daha güvenilir ve ne yapacağı tahmin edilebilir olmasını isterdim.

SL: Çizmiş olduğunuz tablo biraz karamsar. Böyle bir ortamda diyalog gerçekten mümkün mü? Sizce diyalogda nasıl bir yol izlenmeli?

HN: Ben diyaloğun mümkün olduğuna eminim. Şu anda bir savaş ya da ateşkes halinde değiliz. Şu an içinde bulunulan durumu bir tür ‘Soğuk Savaş’ hali olarak tanımlayabiliriz. Diyaloğun çok da kolay olmayacağını düşünüyorum, bizlerin başlangıç için cesarete ve teşvik edilmeye ihtiyacımız var. İlk aşama için güven oluşturucu önlemler ve siyasi jestler büyük fayda sağlayabilir. Bugün Türkiye’de "soykırımı" reddedenler her durumda Ermenilerin 1915 yılında büyük bir trajedi yaşadığını kabul edeceklerdir. Buna benzer bir şekilde Türk tarafından gelecek başsağlığı, teselli benzeri eylemler durumu bir ölçüde değiştirebilir. Türklerin bu yıl Tsitsenakaberd’deki Ermeni Soykırımı Anma Anıtı’nı ziyaret etmeleri bizim halkımızda çok olumlu etkilerde bulundu. Tüm Ermeni gazeteleri bu konuda olumlu şeyler yazdılar. Ermeniler duygusal insanlardır ve bu tür jestler sıcak bir şekilde karşılık bulur, hatta ziyaretçiler soykırımın kendisini kabul etmeseler dahi. Eğer Ermeni tarafının olaylardan en çok acı çeken taraf olduğu konusunda herhangi bir şüphe yok ise Türk tarafının Ermeni – Türk dostluğunda inisiyatifi alan taraf olması ve ilk adımı atması gerekir. Buna ek olarak Ermeni tarafının jestleri de bunu takip etmelidir.

SL: Şu ana kadarki sözlerinizden anladığım o ki sizin ‘soykırım’ olarak adlandırdığınız olayların Ermeniler üzerindeki etkisi çok büyük. Bu bağlamda Türkiye ne yapabilir? Ondan Ermenilerin beklediği nedir? Ermeniler için resmi bir tanıma yeterli olacak mıdır? Yoksa bunu takip eden talepler de var mı? Örneğin bazı radikal Ermeniler toprak değişiminden bahsediyor ve bu da Türkiye’yi doğal olarak kızdırıyor. Kısacası Ermeniler ne istiyorlar, ne istediklerini biliyorlar mı?

HN: Biz sorunu tartışırken temel sorunun çözümüne doğru yöneldik. Bizler 'toprak talebi' derken neyi kasdettiğimizi anlamaya çalışalım... İlk olarak 1915 yılında bir Ermeni devleti bulunmamaktaydı. Bu çok önemlidir. Ayrıca, bizim çok büyük önem atfettiğimiz Van, Kars, Muş, Erzurum gibi illerin nüfusu 4 milyonu geçiyor. Ermenistan’ın nüfusu ise 2 milyondur. Bu durumda bir gözünüzde canlandırınız, bir tür mucize gerçekleşse ve Türk tarafı bu toprakları Ermeni tarafına vermeyi kabul etse. Bu durumda neolur, Ermeniler otomatik olarak kendi topraklarında azınlık durumuna düşerler. Bir arkadaşım geçenlerde şöyle bir espri yaptı: ‘Eğer Türk Başbakanı Ermenistan’ı kontrol etmek istiyorsa bu toprakları Erivan’a verir.’ Durum budur. Bu bilgiler ışığında denebilir ki bu tür iddialar ya bir tür Ermeni nostaljisidir, ya da Türk milliyetçi propagandasıdır. Buna karşın daha önce de söylediğim gibi bizler Anadolu’ya ve buradaki bazı yerlere, Ani’ye, Akdamar’a, Ararat’a (Ağrı Dağı) veya Sasun’a büyük bir önem veriyoruz ve Ermeniler bu yerleri ‘kutsal’ sayıyorlar. Örneğin Ermenice’de ‘Tesnem Anin u nor Mernem’ (Ani’yi gördükten sonra öleyim) diye bir çeşit şarkı da vardır. Bu da durumu tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Yakın bir zaman önce bir grup Ermeni turist ile birlikte Doğu Anadolu’yu ziyaret ettim ve onların atalarının doğum yerlerini ziyaretleri esnasında gözyaşlarını gördüm. Benim de bir takım köklerim Muş’tadır. Bu ortamda bana öyle geliyor ki Türkiye, Ermenilerin buraları ziyaret edebilmesi için gerekli ortamı sağlamalıdır, bu doğru bir tercih olacaktır, hatta Ermeniler için koşullar dahi sağlanmalıdır. Böyle bir şeyin Ermeniler üzerinde gerçekten büyük bir etkisi olacaktır ve Ermeniler arasındaki nostaljiyi azaltacaktır ve toprak iddialarının bundan sonra daha az dile getirileceğini düşünüyorum. Böylece bizler de ‘yalnızca Ani’yi gördükten sonra ölme’ psikolojik kompleksinden kurtulmuş oluruz. Buna ek olarak Doğu Anadolu da turizmden altyapısı çok zayıf olmasına rağmen, çok büyük gelirler elde edebilir. Kars devlet sınırının kısa sürede açılmayacağı anlaşılıyor, fakat turistler için bir ayrıcalık yapılabilir diye düşünüyorum. Toprak değişimi konusuna gelecek olursak Türk – Ermeni sorununu çözmek için ilk defa bu gündeme geliyor. Belki Ani’yi Ermenistan’ın bazı toprakları ile değiştirmek mümkün olabilir diye düşünebiliriz (Ani bölgede sadece 160 metrekarelik bir yerdir), veya sadece sembolik olarak Akdamar adasını Ermenistan’ın parçası olarak ilan edelim (700 metrekaredir). Tabi ki Akdamar Ermenistan Cumhuriyeti ile irtibatlandırılamaz, bu Türkiye’nin iyi niyetini tüm dünyaya gösterecektir, ve tabii ki Ermeniler için de büyük bir anlam taşır, ayrıca şüphesiz böyle bir gelişme Türkiye’nin toprak bütünlüğü konusunda da herhangi bir şüpheye neden olmaz. Gerçi şu an için bu tür gelişmeler sadece fantazidir. Türkiye, kendisi şu anda önemli bir dönüşüm süreci içerisinde. Birkaç yıl önce Kürtçe yayın sadece bir fantezi olabilirdi veya sadece kötü bir şaka. Bana öyle geliyor ki yakın bir zamanda olumlu sonuçlar elde edebileceğiz, eğer Türkiye demokratikleşme sürecinde ilerler ise.

SL: Eğer Türkiye Ermenilerin ‘soykırım’ iddialarını tanırsa sorunlar çözülecek mi?

HN: Er ya da geç bir zamanda Türk toplumu anlayacaktır ki soykırım sorununun bir çözüme ulaşması Ermenilerden çok Türk tarafı için daha önemlidir. Aynı zamanda, ben “soykırım” kelimesinin Türkiye tarafından kullanılmasında ısrar ediyor da değilim. Bu nokta Ermenistan Başkanı tarafından da belirtilmiştir. Türkiye farklı bir kelime de kullanabilir, örneğin ‘trajedi’ diyebilir. Sıklıkla Ankara’da söylendiği gibi. Bizler konuşma tonumuzu değiştirmeliyiz ve görüşmelere başlamalıyız. Ben gerçekten demokratikleşmiş, ne yapacağı önceden öngörülebilen ve Ermenistan için güvenilir bir devlet ve ortak görmek isterim. “Soykırım” konusu da bu açıdan hayati bir öneme sahiptir.

SL: Sizce Türkiye ‘soykırım’ iddialarını neden tanımıyor veya Ermenilerin sıklıkla kullandığı şekliyle neden ısrarla 'inkar' ediyor?

HN: Belki toprak korkuları vardır veya tazminat taleplerinin gelmesi. Eğer sorun tazminatsa soykırım ile bunun gerçek bir bağlantısı yoktur. Örneğin eğer bir Ermeni büyükbabasının Osmanlı Bankası çekini taşıyorsa bunun için bankaya başvurma hakkına sahiptir, bunun soykırım konusuyla bir ilgisi yoktur. Diğer bir deyişle bu pratikte banka-müşteri ilişkisidir ve bir banka için bu imaj daha iyidir. Ben bu tür konuların Ermeni – Türk devlet ilişkilerinde gündemde bulunacağını sanmıyorum. Bildiğimiz gibi Ermenistan soykırım da dahil olmak üzere hiçbir ön koşul ileri sürmeksizin Türkiye ile resmi ilişki kurmak istiyor. Bir diğer sorun da daha önce ‘evet’ dediğiniz bir şeyi reddetmektir, böylece kendinizi engellemiş olursunuz çünkü... Ermeni sorunu Ankara’nın karşılaştığı tek sorun değildir ve şunu söyleyebilirim ki en büyük sorun da değildir ve tüm bu faktörler sorunun çözümünü engellemektedir.

Tüm bunlara karşın Türkiye’de demokratikleşme alanında büyük bir yol katedildiğini de söylemeliyim. Türk kitapevlerini ziyaretlerim esnasında Ermeni tarihçi Vahagn Dadrian’ın, Arnold Toynbee’nin, Verfels’in kitaplarını, ‘Musa Dağı’nda 40 Gün’ü gördüm ve dedim ki ‘Türkiye’ye Bravo!’. Bence bu Türkiye için gerçekten zor bir durum ve bu çabalara saygı duyuyorum.

SL: Bazı Ermeni sanatçı ve yazarlar Ağrı Dağı’nın Ermenistan’a bakan yanının Ermenilere bırakılmasının iyi bir ‘jest’ olacağını iddia ettiler. Sizce böyle bir girişim ilişkilere katkıda bulunur mu, bu tür iddialar gerçekçi midir? Ermeni halkı gerçekten daha fazla toprak mı istiyor?

HN: Doğrusunu söylemek gerekirse, orada büyük bir askeri güç varken Ağrı’nın iki parçaya ayrılabileceğini düşünmüyorum, sadece Ankara açısından değil NATO açısından da durum budur. Eğer Ermeni turistlerin Ağrı’yı ziyaretlerinin kolaylaştırılması düşünülürse daha pratik bir öneri olur diye düşünüyorum.

SL: Ermeni güçleri şu anda Azerbaycan topraklarının yaklaşık olarak yüzde 20’sini işgal altında tutuyor ve bu durum Türkiye – Ermenistan ilişkilerini olumsuz yönde etkiliyor. Bu konudaki düşünceleriniz nedir? Ermeni kuvvetleri Azerbaycan topraklarından çekilir mi? Yoksa çözüm başka yönde mi gerçekleşir?

HN: Karabağ sorunu Ermeni ve Azerbaycanlı başkanlarca tartışılıyor. Sorunun yakın bir gelecekte çözülüp çözülemeyeceğini bilemiyorum, fakat Türkiye’nin sınırları kapatarak ve ikili ilişkileri engelleyerek yaptığı ‘Ermenistan’ı cezalandırma’ politikası Erivan ve Bakü arasında asla bir sonuç getirmeyecektir. Eğer tersi olsaydı belki Ankara çok daha etkili olabilirdi. Ben gerçekten Ankara’nın bölgesel ve uluslararası alanda çok daha faal olması gerektiğini ve uluslararası topluma daha açık olmasını savunuyorum. Geçmişte Türkiye ekonomik olarak kapalıydı, fakat Turgut Özal engelleri kaldırdı ve Türkiye ekonomik olarak gelişmeye başladı. Şimdi bence Türkiye’nin siyasi olarak da açılması gerekiyor. Öyleyse sizin kapalı sınırlara ihtiyacınız yok.

SL: Türkiye’ye birkaç defa geldiniz. Sizce Türklerin büyük çoğunluğu Ermenilerden nefret mi ediyor? Fırsatını bulmaları halinde Ermenilere her türlü fenalığı yaparlar mı?

HN: Türkiye’de dört kez bulundum ve herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Dolayısıyla bir nefretten bahsetmek mümkün değildir. İstanbul’da çalışan binlerce Ermeni vatandaşı var ve şu ana kadar onların ulusal kimliklerinden kaynaklanan herhangi bir sorun olduğunu duymadım. Ağustos ayında bizler Doğu Anadolu’da iken bölgesel yetkililer bizlere yardımcı oldular ve ben şunu gördüm ki bu durum bölgeye yönelik turizmin gelişmesi için önemli bir faktördür. Ben bu konuda herhangi bir problemimiz olduğunu sanmıyorum.

SL: Türkler ve Ermenilerin aralarının bozuk olmasında diğer ülkelerin de hiç rolü var mıdır? Yoksa tek sorumlu bu iki millet midir?

HN: Evet. Bizim bölgemiz bir çok gücün çıkarlarının kesiştiği bir yerdir ve Ermeni – Türk ilişkileri hiçbir şüphe yok ki bundan etkilenmektedir. Şüphesiz geçmişte de böyleydi ve Ermeni – Türk çatışması yabancı güçlerin ‘yardımları’ olmadan gerçekleşmiş değildir. Bunun yanısıra Ermeni – Türk ilişkilerindeki en son gelişmelerden de bahsetmeliyim. Türk-Ermeni dışişleri bakanlarının görüşmeleri,

Ermeni vatandaşlarının Türkiye’ye girişlerinde vize rejimindeki iyileşme, Dağlık Karabağ konusundaki temaslarda artış da, bir düzeye kadar, Avrupalı ve Batılı diplomatların çağrıları ve baskıları sonucunda gerçekleşmiştir.

* * *

Haykaram Nahabetyan Kimdir?

14 Eylül 1976’da Erivan’da doğdu. 1993–1998 yıllarında Erivan Devlet Üniversitesi’nde Doğu Çalışmaları Fakültesi Türkçe Bölümü’nü bitirdi. Ocak-Temmuz 2000 arasında Tarih Vakfı’nda (İstanbul) Osmanlı Türkçesi çalıştı. Halen Erivan’da Noyan Tapan haber ajansı için çalışıyor. Haftalık yayınlanan Noyan tapan Highlights’ın dış haberler editörü. Ermeni basınında yayınlanan çok sayıda makalenin yazarı olan Nahabetyan Ermenice’nin yanısıra Rusça, Türkçe ve İngilizce bilmektedir.

----------------------* Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi -
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 8, Kış 2003

Tuesday, March 24, 2009

TALAT PAŞA'NIN EVRAKI DA TEHCİR TARTIŞMASINI BİTİRMEYECEK

Kemal Çiçek, Radikal Gazetesi

13 Mart 2009

Tehcir bölgelerine ulaşan Ermeni sayısının 1 milyonu geçtiği belgeler ve konsolos raporlarına göre sabittir. Yayımlanan belgeler tehcirin resmini elde etmeye olanak vermemekte, Bardakçı’nın pek çok kez iddia ettiği gibi Talat Paşa’nın ‘metruk evrakı’ da tehcir hakkındaki tartışmaları bitirmeyecek.

Murat Bardakçı’nın Talat Paşa’nın özel arşivinde bulunan belgelerden seçerek hazırladığı eser, sonunda New York Times gazetesine de konu oldu. Sabrina Tavernisa adlı muhabir haberinde kitabın akademik çevreleri sessizliğe boğduğunu iddia etti. Halbuki bu eser, içerdiği belgeler ve yazarın önsözünde değindiği bazı noktalar sebebiyle basınımızda ve akademik çevrelerde çok büyük bir yankı uyandırmıştı. Ancak yazmış olduğumuz tenkit, akademik prosedür gereği henüz yayımlanmadığı için biz de sessiz kalanlar arasında suçlandık.
New York Times’ın haberi karşısında bu özetin yayımlanması farz oldu.

Önsöz hariç beş bölümden oluşan bu eser, her ne kadar Ermeni tehciri ile ilgili bilinenleri tersyüz edecek bir eser olarak sunulsa da, aslında eserin tamamı Balkan savaşları sonrasında Anadolu’daki mülteci hareketlerini sayılar ve grafiklerle ortaya koymaktadır.

Kanaatimizce yazarın vurguladığının tam tersine eserdeki belgeler arasında en orijinal ve önemli olanlar Balkan Savaşı öncesi ve sonrasında Anadolu’ya gelen muhacirlerle ilgilidir. Bu belgeler bu konudaki literatüre kesinlikle önemli bir katkı yapacaktır. Ancak biz burada ilgi alanımız gereği ve elbette Murat Bardakçı’nın Ermeni tehciri ile yeni ve çok önemli belgeler yayımladığı şeklindeki vurgusu sebebiyle sadece tehcirle ilgili belgeler hakkında kısa bir değerlendirme ile yetineceğiz.

Talat Paşa konuştu tarihçiler sustu mu? Öncelikle eserde yayımlanan belgeler arasında az sayıda da olsa Ermeni nüfusu ve tehcir sonrasında sevk olunan Ermenilerin sayısı, tahliye ve iskân bölgelerini gösteren çok önemli belgeler ile haritalar bulunduğunu vurgulamak gerekir. Ancak bu eserin Ermeni tehcirinin aydınlığa kavuşmasını sağlayacak nihai bir belgeler demeti içerdiği iddiası pek de isabetli değildir. Buradaki belgeler sadece Muhacir İdaresi’nin bütün faaliyetleri hakkında genel bir fikir edinmesi için Talat Paşa’ya takdim edilen belgelerden oluşmaktadır ve mesela Oral Çalışlar’ın anladığı şekilde “Resmi hesaplara göre Tehcir’den sonra Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilerin sayısı 972 bin azalmıştır” şeklinde bir değerlendirmeye olanak vermemektedir.

Bu yanlış değerlendirmelerin sebebi aslında Sayın Bardakçı’nın önsözünde yazdıkları olsa gerektir.

Sayın Bardakçı eserin önsöz kısmında (s.12) Ermeni tehciri ile ilgili yayımladığı
belgelerin Hürriyet gazetesinde yayımlandığı zaman çok büyük ses getirdiğini belirttikten sonra o dönemde kendisine yöneltilen eleştirilere üstü kapalı yanıt vermekte ve ‘tehcirin mimarının’ ilk kez konuştuğunu iddia etmektedir. Sayın Bardakçı’nın Hürriyet’teki ‘Talat Paşa’nın Kara Kaplı Defteri’ başlığı ile yaptığı yayına o dönemde yapılan en önemli itiraz, defterin ve özellikle tehcir edilen Ermenilerle ilgili belgedeki el yazısının Talat Paşa’ya ait olmadığı idi.

Sayın Bardakçı bu itirazı kabul etmiş görünmekte, ancak Talat Paşa’nın ilk defa konuştuğu şeklindeki tespitinde ısrar etmektedir. Halbuki Enver Bolayır’ın 1946 yılında yayınladığı hatıratta da Talat Paşa hem tehcir hem de döneme
ait diğer havadise dair ne düşündüğünü zaten söylemiştir. Hatta Stanford J. Shaw ‘From Empire to Republic’ adıyla yayınlanan beş ciltlik eserinin 1. cildinde Rauf Orbay’a dayanarak yine Talat Paşa’nın tehcir hakkındaki görüşlerine yer vermiştir.

Arşiv ve arşiv sahibi

Sayın Bardakçı, elbette Paşa’nın özel arşivindeki evrakın ilk defa basılmasıyla, Talat Paşa’nın ilk defa konuştuğunu iddia etmenin başka bir şey olduğunu bilmektedir, ama o bu şekilde araştırmasını daha çekici kılmayı tercih etmektedir. Bardakçı’ya katılmadığımız diğer bir nokta da şudur:

Elbette bu tür belgeler maiyet mensupları tarafından hazırlanmış olsa da ilgili devlet adamlarına takdim edildiği andan itibaren o belgeler artık o devlet adamının arşivine aittir. Ancak, arşivde bulunan her malzemeye o arşiv sahibi katılıyor diye bir iddia çok doğru olmaz. Her türlü malzeme arşivde bulunabilir. Orada yazan her şeye Talat Paşa’nın katıldığını söylemek doğru değildir.

Sayın Bardakçı’nın önsözünde yazdıkları Türkiye’de 1915 olayları ile ilgili özellikle son yıllarda çıkan literatürü haksız olarak küçümsemekte, Türk yazarların özel arşivlerin önemini göremediklerini belirtmektedir (s. 16). Hâlbuki pek çok tarihçi bilinen özel arşivleri kullanarak dönem ve aktörleri hakkında yüzlerce çalışma ortaya koymuştur. 1915 tehciri ile ilgili eldeki veriler ışığında toplam sayılara dayalı araştırma yapılmadığını iddia etmek de doğru değildir. Pek çok yerli ve yabancı araştırmacı bu konuda onlarca eser vermiştir.

Ancak paylaşılmayan ve kişiye özel arşivlerde tutulan belgelere ulaşılamaması bilimsel açıdan bir eksiklik olarak değerlendirilemez. Yazarın Ermeni sorunu ile Türk tarihçilerinin yetersizliğini ortaya koymak için yaptığı alıntılar (Bkz. s. 14) ilgili literatüre gazete başlıklarından ibaret bir aşinalık içinde olduğunu göstermektedir. Bu arada soykırım tasarılarının 17 ülke parlamentosunda kabul edildiği şeklindeki tespiti (s. 15) yanlıştır, doğrusu 19 ülke olmalıdır.

Rakamlar sürpriz değil, şaşırtıcı da

Bu eserde bir kısmı ilk kez yayımlanan Ermeni tehciriyle ilgili belgelerin önemi ve literatüre yapacağı muhtemel katkıları hakkındaki tespitlerimize gelince; eserde yer alan ve Bardakçı’nın da üzerinde önemle durduğu, hatta tehcir edilen Ermeniler hakkında tek doğru belge gibi sunduğu belge 1. bölümde 77. sayfada yer almaktadır. Bu belgede sevk olunan Ermeni miktarı 924?bin 158 olarak vilayetler bazında verilmektedir.

Bu belgenin, yazarın iddia ettiği gibi tehcir araştırmalarında bilgileri değiştirecek bir etki yaratmadığı aynı yazıyla benzer bir belgenin ATASE tarafından yaklaşık üç yıl önce yayımlanması sonrasında görülmüştür. Şu var ki Bardakçı tarafından yayımlanan istatistik aynı kalemden çıkmakla birlikte daha geç tarihli olmalıdır. Çünkü ATASE belgesinde sevk olunmamış görünenler 413 bin 067 olmakla birlikte, Bardakçı’nın yayımladığı belgede sevk olunmuş görünenler ilave olunduğunda 810.729 olmaktadır.

Kısacası, Bardakçı’nın iddiasının aksine sevk olunan Ermenilerin sayısının yüksek olması ‘Türk okuyucuya tahmin ettikleri miktardan daha yüksek’ (s. 13) gelmemiştir. Yazarın da belirttiği gibi tehcir ‘geniş çaplı bir yer değiştirmedir’ ve bu rakamın içinde Anadolu içerisinde bir ilden bir ile yapılan sevkiyat dahildir. Başka bir deyişle bu rakam örneğin Van’dan İzmit’e, İzmit’ten Kütahya’ya veya Kütahya’dan Afyon’a yapılan tehciri de içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla Bardakçı’nın yayımladığı bu belge, örneğin bizim eserimizde verdiğimiz 700 bin civarında sevk olunan Ermeni olduğu şeklindeki bilgileri değiştirmemektedir.

Maalesef yazarın belge hakkında yaptığı ilk değerlendirmeler (Hürriyet 25-27 Nisan 2005), diasporanın bazı Ermeni tarihçilerinin söz konusu rakamı Suriye ve civarına yapılan Ermeni tehciri şeklinde anlamalarına sebep olmuştur. Halbuki Bardakçı tarafından yayımlanan belgede çok sayıda tutarsızlık vardır. Bir örnek vermek gerekirse; Ankara Ermeni nüfusunun tamamı (47 bin 224) sevk olunmuş görülmektedir ki bu yanlış olmalıdır. Ankara Katolik ve Protestan Ermenilerinin yerinde bırakıldıkları konusunda şüphe yoktur. Yine Bardakçı’nın yayımladığı belgede birçok vilayetin Ermeni nüfusu ile sevk olunan nüfus aynıdır. Bu vilayetlerden yine Canik, Halep, Adana gibi vilayetlerde kısmi sevk yaşandığı bilinmektedir. Bunun açıklaması şudur: Yayımlanan liste sadece Gregoryen Ermeni nüfusuna aittir.

Bu tespiti yaptıktan sonra 77. sayfada yayımlanan belgenin tehcir ile ilgili bilgilerimize önemli bazı katkılar yaptığını da belirtmek yerinde olacaktır. Örneğin ATASE tarafından yayımlanan belgede (C.I. s. 444) Konya vilayeti eksiktir. Burada ise rakam 4 bin 381 olarak verilmektedir. Buna karşılık eserdeki belgede de Van vilayeti eksik iken, ATASE belgesinde vardır. İki belge arasında sevk olunan sayılar birbirinden çok az da olsa Erzurum, İzmit, Trabzon gibi bazı yerlerde farklıdır.

Metrûk yetimler ve metrûk Ermeni malları meselesi... Eserde yayımlanan ve tehcirin farklı yanlarını ortaya koyan belgelerde de pek çok yoruma muhtaç rakam vardır.

Örneğin eserin 89. sayfasında yer alan ‘Ermeni Eytamı’ (Ermeni Yetimleri) ile ilgili belgedeki yetim çocuk sayısı çok azdır. Muhtemelen bu sayılar; devletin yardımıyla devletin kurumlarında, devletten aldıkları yardım karşılığında yabancı okul ve bakım evlerinde bakılan veya para karşılığı Müslüman hanelerine dağıtılan Ermeni yetimleri kapsamaktadır.

Yine örneğin 91. ve 93. sayfalarda verilen ‘Ermenilerden Metrûk Boş Haneler Mikdarı’ ile ilgili sayılar da çok düşüktür ve büyük bir olasılıkla belgenin hazırlanış tarihi itibarıyla muhacirler, askerler veya devlet memurları tarafından resmen teslim alınmamış olan boş Ermeni evlerinin sayılarını göstermektedir. Bu istatistiklerin tehcir edilen Ermenilerle ilgili veriler yerine, muhacirlerin iskânı ile ilgili veriler arasında yer alması bu tahminimizi güçlendirmektedir. Bardakçı’nın yayımladığı ve yanlış değerlendirmelere yol açabilecek belgelerden birisi de ‘istimlâk olunan arazi ve çiftlik?’ hakkındadır. Önemle vurgulanmalıdır ki 97-99. sayfalarda yer alan belgeler Osmanlı ile savaş halinde olan ülkelerin vatandaşları olan Rum, Ermeni ve ecnebilere ait olup, devlet tarafından el konulan arazi ve çiftlikleri göstermektedir. Bu istatistikler kesinlikle tehcir edilen Ermenilerin geride bıraktıkları mallar (emlak-ı metrûke) listesi değildir. Buna mukabil 101. sayfadaki istatistikler Ermeni ve Rumların tehcir edilmesi sonrası boş kalan ve kayıt altına alınan mülklerdir. Bunlar emlak-ı metrûke olarak kaydedilmiş olup, devletin el koyduğu mallar değildir.

Ancak bu listenin eksik olduğu açıktır. Örneğin Adana çiftlikleri burada kayıtlı değildir. Kayda geçirilen diğer vilayetlerin listesinin tam olduğunu ispatlayan bir kayıt da yoktur. Bu nedenle listedeki çiftliklerin henüz üretim için kimseye dağıtılmamış ya da iskâna açılmamış çiftliklerin listesi olma olasılığı yüksektir. 103. sayfadaki Ermenilerin üzerindeki maden işleme imtiyazları hakkındaki belge tarihsiz olduğu için yorumlanması zordur. Bu listenin tehcir edilen Ermenilere ait maden imtiyazlarını göstermesi olasılığı daha yüksektir.

Doğru okunan yanlış anlaşılan tablolar...

Eserin 2. bölümünde yer alan ve Ermeni tehcirinin vilayetlere ve livalara göre dağılımını gösteren cetveller yukarıda da değinildiği gibi ATASE tarafından yayımlanan belgeden (C. I., s. 445) çok az da olsa farklıdır. Listedeki bazı sayıların sonradan güncellendiği anlaşılmaktadır. Bu listede 1915 itibariyle nüfus (s.109) verilerinin tehcir öncesi kesin nüfus sayımını gösterdiğini düşünmek mümkün değildir. Bununla birlikte listeleri hazırlayan idarecilerin yerli ve yabancı Ermeniler ayrımı yapması da ilginç bir detay olarak belgelerde dikkat çekmektedir. Sayın Bardakçı ‘Yabancı Ermeniler’ kategorisini ‘başka yerlerden buraya sevk edilenler’ şeklinde değerlendirmektedir ancak bu yorum çok tartışılabilir. Çünkü Osmanlı nüfus dairesi bir kişi (burada Ermeniler söz konusu da olsa) 30 yıl dahi bir kazada yaşasa, nüfus kaydını oturduğu yere nakletmediği sürece kendisini yabancı ahali olarak kaydetmektedir. Bu yüzden yabancı kategorisini dışarıdan buraya tehcir edilen Ermeni şeklinde yorumlamak her zaman gerçeği yansıtmayabilir.

Diğer taraftan ‘ahir mahallerde’ kategorisi mevcut iskân yeri kesin olarak belirlenen Ermenileri göstermektedir. Önemli bir nokta da bu listelerde ihtida eden Ermenilerin veya ihtida başvurusu sonuçlandırılmamış olanların belirtilmemesidir. Halbuki elimizde bazı kazalar için bu kişilerle ilgili listeler vardır. Örneğin Amasya ve Merzifon’da Ermeni nüfusun yüzde 17’si ihtida etmiş ve resmi yetkililere başvurmuştur. Yine misyonerler tarafından Müslümanlaştırmak amacıyla Müslümanların yanına yerleştirildiği iddia edilen ve sayıları bazı kaynaklarda 90 bin olarak verilen Ermenilere ait bir veri de Talat Paşa’ya teslim edilen listelerde yer bulmamıştır.

Öte taraftan örneğin Zor’a tehcir edilen (Resulayn dahil) Ermeni sayısının (s. 131) belgenin hazırlandığı (Bardakçı’ya göre 1916 sonları ya da 1917 başları) tarihte sadece 6 bin 979 olarak verilmesi çok sayıda ölüm meydana geldiği şeklinde yorumlanabilir. Bu yorumu yapmak için başka bir sebep de Amerika’nın Halep konsolosunun 1916 yılı şubat ayında hazırladığı listede Zor Mutasarrıflığı ve civarında 300 bin Ermeni sürgün görünmektedir. Bu kadar insanın yıl sonunda yok olması farklı anlamlar yüklenmeye müsaittir. Bu tür karşılaştırmaları diğer yerler içinde yapmak ne yazık ki mümkündür.

Her ne kadar Bardakçı’nın da doğru bir şekilde işaret ettiği gibi, yayımlanan belgelere bakarak tehcir öncesi ile sonrasında tespit edilen nüfus arasındaki farkı, doğrudan kayıplar olarak çıkarsamak yanlış olsa da, pek çok tarihçi ve amatör tarihçiliğe soyunan köşe yazarı kolaycı bir yaklaşımla veya kasıtlı olarak bu çıkarımı yapmaktadır. Halbuki Trabzon, Erzurum, Bitlis ve Van’dan Rusya’ya veya başka ülkelere kaçanlar ‘sevkolunan Ermeniler’ için hazırlanan listeye girmemişlerdir. Bunların sayısı ise Ermeni kaynaklarına göre bile 350 binden az değildir. Dolayısıyla başta Van olmak üzere tehcir edilmiştir hanesinde ‘0’ yazan pek çok il bu gözle okunmalıdır.

Diğer taraftan Van ve Sasun isyanları sırasında ölenler de listede yoktur.
Kaldı ki s. 109’daki listede muaf ermeni sayısı 284.157 gözüküyor. Aynı belgenin notlarında yüzde 30 artırımın makul olduğu belirtiliyor ve 350-400 bin muafın normal sayı olduğu belirtiliyor ki bu rakam misyoner raporlarıyla uyumludur.

900 bin Ermeni yok mu oldu?

Toplamda ise tehcir bölgelerine ulaşan Ermeni sayısının bir milyonun üzerinde olduğu resmi Osmanlı belgeleri ve konsolos raporlarına göre sabittir. Bu itibarla, kısaca ifade edersek, burada yayımlanan belgeler tehcirin tam bir resmini elde etmeye olanak vermemekte, Bardakçı’nın pek çok kez iddia ettiği gibi Talat Paşa’nın ‘metrûk evrakı’ da tehcir hakkındaki tartışmaları bitirmeyecektir.
Bununla birlikte belgelerin herhangi bir şekilde değerlendirilmeden okuyuculara sunulduğu bu eserden sonra, tehcir öncesi Ermeni nüfus (1 milyon 500?bin) ile 972.246 kişi olan tehcir sonrasındaki nüfus (Bkz. s. 109) arasındaki fark (Lepsius’un 1 milyon 845 bin rakamını kabul eden) kolayca yaklaşık 900 bin kişinin öldüğü şeklinde Türk kamuoyuna, akademik araştırmaların hâlâ devam ettiği bir konu hakkında doğru olmayan bir tablo sunacaktır.



Prof. Dr. Kemal Çiçek - Radikal Yayın Tarihi : 13 Mart 2009 Cuma 15:55:14

Bardakçı, Talat Paşa ve tarihçilik

Ali Bayramoğlu

29 Eylül 2005, Yeni Şafak


Kimi gazetelerin ve gazetecilerin kimi kritik konularda keyfi bir şekilde kamuoyu oluşturması bu ülkenin hayrına olmuyor.

Gerçeklerden kopuk, aşırı yanlı haberler, toplumsal ve siyasi kutuplaşmaları oldum olası beslemiştir.

Ermeni Sempozyumu`na ilişkin tartışmaların da bu tür yayınlar sonunda ne tür kutuplaşmalar ürettiğini görüyoruz. Dün bu durumun tipik bir örneğine, Murat Bardakçı`nın yazısına değinmiştik.

Bardakçı toplantıya katılanların birçoğu arşivci olduğunu halde, toplantının arşive ayağını atmamış kişileri biraraya topladığını iddia ediyordu.

Toplantıda soykırım fikri katılımcıların çoğunluğu tarafından reddedildiği halde tersi olmuş gibi bir yayın yapıyordu.

Bu tür iyi niyetten yoksun yaklaşımlar (Bardakçı tarihçi olduğunu iddia ettiğine göre örneğin Mete Tuncay`ın, Fikret Adanır`ın, Selim İlkin`in, Fuat Dündar`ın Ethem Eldem`in arşivlerde çalışmakla tanındığını bilir elbet) sadece ucuz bir gazeteci popülizmini ifade etmiyor. Aynı zamanda bu tür toplantılara katılanları töhmet altında bırakıyor.

Üstelik Bardakçı bunu sadece gazeteci değil, tarihçi sıfatıyla da yapmaya kalkıyor.

Dün bu duruma itiraz ederken şunu söylemiştik:

`Belgeleri ve olayları arka arkaya yığmakla tarihçi olunmaz. Tarihçilik belli bir yöntem, sistematik bir bilgi birikimi ve bakış açısı gerektirir. Belgeleri ya da verileri doğrulayabilecek, belli bir çerçeve içinde anlamlandırabilecek bir donanım icap ettirir. Tarihçilik her şeyden önce tarihe bakmayı `bilmek` demektir. Sorun işte bu...

Bardakçı`nın anlamadığı ve olmadığı da bu...

Nitekim Bardakçı gazetesindeki köşesinde bol bol belge yayınlar. Bir belge avcısı ve biriktirici olduğu doğrudur. Ne var ki yayınladığı belgeleri ya bugün yaşanan kimi durumlarla tarihi benzerliklere işaret etmek için kullanır ya katı bir devlet savunuculuğu içinde keyfi bir bağlama oturttur ya da `bakın bende ne tür belgeler var` diyerek havada bırakır.

`Ermeni toplantısına ilişkin olarak onların belgesi yoktu, benim var` diye yayınladığı `Talat Paşa`nin tehcir notları` buna tipik örnek...

Belge var da, belgenin anlamı ne?

Bardakçı`nın yayınladığı belgede bir çizelge var. Bir de çizelgenin altına düşülmüş notlar var.

Talat Paşa`nın tuttuğu çizelgeye göre tehcir öncesi Ermeni nüfusu 1.112.614 kişi... Tehcir sonrası toplam Ermeni nüfusu ise Suriye, Halep, Der zor, Musul dahil 284.158 kişi...

Aradaki fark: 828.456 kişi...

Notlarda ise şöyle deniyor:

`Mevcut nüfus tamamen kaydedilmediği için, gerçek miktar 1 milyon 500 bin kadar olacağı gibi, bugün bulunan ve yukarıdaki listede görülen yerli ve yabancıların 284 bin 158 sayısına, ihtiyaten % 30 kadar ilave yapmak gerekir. Bu takdirde gerçek mevcut 250 bin ile 400 bin arasında bulunmuş olur...

Bu durumda ise tehcir öncesi ve sonrası arasındaki Ermeni sayısı farkı 924.000 kişi... Özetle Talat Paşa`nın iddiasına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin ortalama yüzde 75'i dokuz ay içinde ortadan kaybolmuştur. Rakamla ifade edilecek olursa çeşitli listelere göre değişen bir şekilde en az 750.000.000, en çok 1.100.000 Ermeni buharlaşmıştır...

Bardakçı`ya suçunu biraz hafifletmek için biraz yardımcı olalım:

Kaynaklara göre 100.000 civarında Ermeni Rusya`ya kaçmış, 150.000`i Batı`ya göç etmiş, 100.000 kadarı Müslümanlaşmıştır...

Dolayısıyla gerçekten kayıp olan Ermeni sayısı 400.000 ila 750.000 arasındadır.

Ne oldu bu Ermenilere?

Bu soruyu yanıtlaması gereken kişi Bardakçı...

Eğer Bardakçı bu haliyle Ermeni Sempozyumu`na gelip bu belgeyi sunsaydı, bu, herhalde Ermeni soykırımı tezlerini doğrulayan ana belge ve tez olarak kabul edilirdi.

Evet.

Sadece belge toplamakla tarihçi olunmuyor...

Tarihçi olmayan belgeciler bir anda iddia ve niyetlerinin tersi tezlerin sahibi olabiliyorlar.

'Murat Bardakçı amatör tarihçi bile değil'

"Murat Bardakçı amatör tarihçi bile değil" diyen Türk Tarih Kurumu'ndan Çiçek, Bardakçı'nın kitabındaki Ermenilerle ilgili skandal yanlışı açıkladı.

Tarihçi Murat Bardakçı imzasıyla çıkan 'Talat Paşa'nın Evrak-ı Metrukası' isimli kitap, Türk Tarih Kurumu'nu çileden çıkardı.

Kitapta 1915'teki tehcirin ardından 924 bin Ermeni'nin ölmüş gibi gösterildiğini belirten TTK Ermeni Araştırmaları Başkanı Prof. Kemal Çiçek, "Bardakçı amatör tarihçi bile değil" diye konuştu...

Tarihçi ve yazar Murat Bardakçı'nın Ermeni tehcirinin mimarı İttihatçı Talat Paşa'nın özel belgelerine dayanarak hazırladığı 'Talat Paşa'nın Evrak-ı Metrukası' isimli kitabına Türk Tarih Kurumu'ndan (TTK) sert tepki geldi. Bardakçı'nın kitabında 924 bin Ermeni'nin ölmüş gibi gösterildiğini öne sürerek tepki gösteren TTK Ermeni Araştırmaları Masası Başkanı Prof. Dr. Kemal Çiçek, Bardakçı için 'amatör tarihçi' dedi.

Bardakçı'nın imza attığı kitaptaki katkısının kitabın ön sözünü yazmaktan ibaret olduğunu kaydeden Prof. Çiçek, "Tarihçilik belgeleri Latin harflerine çevirmek değildir. Tarihçilik bulmuş olduğunuz belgeleri tarih ilminin metodolojisine uygun bir şekilde yazılmış diğer eserlerle karşılaştırarak ortaya koymaktır. Böyle rakamlar, tablolar ortaya atılıp, 'yorum okuyucuya bırakılmıştır' demek tarihçilik değildir, amatör tarihçilik bile değildir" diye konuştu.

BÜYÜK BİR HATA VAR

Bardakçı'nın yayımladığı Talat Paşa belgelerinin tehcir öncesi 1,5 milyon olan Ermeni nüfusunun 924 bin azaldığını göstermesi bakımından önemli olduğunu vurgulayan Çiçek, bu insanların hepsinin ölmüş gibi gösterilmesinin ise büyük bir hata olacağını kaydetti. Çiçek, 1915'te hazırlanan Genelkurmay belgelerinde 413 bin Ermeni'nin sevk edildiğinin görüldüğünü belirterek Bardakçı'nın yayınladığı belgenin 1917'e ait olduğu için rakamın daha yüksek olduğunu kaydetti. Talat Paşa'nın belgelerinde Osmanlı coğrafyasındaki tüm göçlerin gösterildiğini belirten Çiçek, tehcir edilen Ermenilerin son olarak nerde kaldığına ilişkin bir belge bulunmadığını da ifade etti.

Ermeni araştırmalarına devlet önem vermiyor

Prof. Dr. Kemal Çiçek, Ermeniler’in 1915'ten yüz yıl sonra bile sözde soykırım iddiasını tüm dünyaya kabul ettirmek için var güçleri ile çalıştıklarını söyledi.

Türkiye'deki çalışmaların yetersizliğinden yakınan Çiçek, devletin bu konuya gereken önemi vermediğini söyledi. Ermeniler’in ABD'deki 4 büyük üniversitede araştırma merkezleri olduğunu ifade eden Çiçek, bu 4 merkezde onlarca akademisyenin tam zamanlı olarak çalıştığını, onlarca öğrenciye de 1915 araştırmaları için burs verildiğini kaydetti.

Türk Tarih Kurumu teşkilat yasasının çıkmaması nedeniyle kurumun tam verimli çalışamadığını anlatan Çiçek, Türkiye'deki birkaç üniversitede bulunun Ermeni Araştırmaları Merkezleri'nin de yetersiz olduğunu belirtti. Çiçek, YÖK Kanunu'nun bu merkezlerde kadrolu akademisyen çalıştırılmasına izin vermemesinden ve yeterli sayıda araştırmacının bulunmamasından yakındı. Çiçek, “Üniversitede hem ders verip hem de araştırma yapmak çok zor” dedi.

Göç edenler 924 binin içinde

Avrupalı tarihçileriln Murat Bardakçı'nın kitabına dayanarak 924 bin Ermeni'nin öldüğünü iddia ettiğini belirten Prof. Kemal Çiçek, Anadolu'nun içinde bir vilayetten diğer bir vilayete yapılan sevkıyatlar ve Ermenilerin kendi isteğiyle Rusya, Erivan ve Gürcistan'a yaptıkların göçün de bu rakama dahil olduğunu vurguladı. Çiçek, Amerikan yardım cemiyetlerinin tablolarına göre, Kafkasya'ya en az 300- 325 bin Ermeni'nin gittiğini kaydetti. Çiçek, tehcir edilen Ermeni sayısının 700 bin civarında olduğunu savundu.

Haber: Seçkin Ergün, Bugün Gazetesi

Friday, February 27, 2009

Laciner: Armenians' Excessive Aggression Somehow Created a Consciousness of Armenian Issue in Turkey which did not exist before


* Interview with Assoc. Prof. Dr. Sedat Laciner, Director of the Ankara-based Turkish think tank USAK (International Strategic Research Organization) by Dilek AYDEMIR (JTW)
Q: Armenian Diaspora has been trying to impose their allegations on genocide to Turkey for decades. Do you think Diaspora will succeed in their cause?

SL:
"First, I think Armenian Diaspora is trying to take revenge from Turkey more than imposing anything on it. Second, they protect their Armenian identity via keeping the sorrows and hostilities of the past alive. To analyze the first one, the sincerity of the Armenian Diaspora is questionable in claiming their cause. Modestly speaking, I do not personally believe that Armenian Diaspora aims to impose something on Turkey. If their aim was to pressure Turkey to accept their allegations on 1915 events, they could have achieved this until now. I am not sure if Turkish people or the State would use the word "genocide' to describe the 1915 events, however, they would have accepted the misdeeds conducted in these events. When you talk to ultra-nationalist Armenians, they say that Turkey's denial of its misdeeds in 1915 events is what frustrates them most. According to this ultra-nationalist approach, Turkey's denial of the allegations is a worse crime than its causing the death of many Armenians and sorrow of them. To understand the trauma caused by the sorrow of Armenians and Turks' ignorance of the issue should not be that hard. Healing the trauma caused by 1915 events is only possible through communicating with Turkish people. Yet, the Armenian side seems like trying to keep the wounds open and intensify the trauma instead of easing the wounds. I am not sure if this stance is intentional or it is a reflexive one. However, it is certain that nationalist Armenian Diaspora neither tries to persuade Turkey to see its "wrongs', nor it tries to heal the wounds of Armenian nationalism and identity."

Q: What are the problematic aspects of Diaspora's Turkey approach?

SL:
"First of all, the Diaspora is trying to persuade Turkey without communicating it. Moreover, Diaspora only targets Turkey. When you just bother one without communication, it is meaningless to wait for mutual understanding. Aggression is commonly followed by the defense and counter-aggression of the targeted one. As long as Armenians keep bothering Turkey like this, Turks will try to defend themselves, and even prepare themselves for a counter-act. Armenians' excessive aggression towards Turkish State and Turks has somehow created a consciousness of Armenian Issue among Turkish people in Turkey and overseas which did not exist before. Armenians like to make Turks living especially in Europe and in North America a part of the Armenian Issue without making any differentiation between them. For instance, a Turkish worker in Germany, a Turkish art history student in France or a Turkish deputy candidate in Netherlands, who are totally irrelevant persons to the topic, can be target of Armenian lobbies. Armenian Diaspora's anti-Turkey activities not merely damage the interests of Turkish State, but also harm the interests of people of Turkish origin no matter where they live. For instance, numerous Turkish people have developed a curiosity towards the Armenian Issue just after Armenians' enduring allegations. Moreover, these people gained more nationalistic views than they had before. Armenians' efforts to persuade Turkey on the issue have not produce solutions until now. On the contrary, these efforts have somehow marginalized Turkey to an extent which is not favorable for Armenians. Maybe the most significant characteristic of Turkey, which Armenians need to understand, is that Turkey cannot be persuaded on any political matter merely through use of power or threats. Several states have attempted to use this way before, however, they have failed to succeed. For instance, Stalin's taming policy towards Turkey by threatening and blackmailing resulted in Turkey's NATO membership. Moreover, US's and EU's menacing approaches on Cyprus, Greece and Armenian Issues turned out conversely. Forcing countries like Turkey, Russia or France, which are highly sensitive to their national pride, to accept some policies using threats and blackmailing is not possible. Such an approach even can create unintended negative consequences which are not beneficial for the policy makers as it was in the Armenian Issue. As Armenians' anti-Turkey campaigns got harsher, Turkey's attitude became more disagreeable in accordance.
Another mortal wrong in the Armenian strategy regarding the issue is Armenians' seeking for backing of other countries. This approach is a disease of Armenian nationalism. Armenian nationalists, who witnessed numerous Christian minorities' gaining of independence with the support of Russia and other Western states in 19th century, planned a similar independence for Armenia. In this perspective, Armenian separatist nationalists were encouraged by France, Russia, England and United States and were mostly backed by these countries as well. Yet, it became very clear by the end of the World War I that the great powers of the age sought their own advantages more than Armenians', contrary to what was expected. Moreover, in these years Armenians were left alone by these states almost in every uneasy situation. For instance, France promised Armenians for an independent state in Cilicia, thus France could reduce its loses in the World War I with the help of Armenian Legion while debilitating the Ottoman State from inside at the same time. However, when Turks had started to gain significant success against France, France left Armenians alone while being the first occupier to leave the Turkish territory. Likely, Russians had ignored Armenians' benefits to get along with Turkey and they never considered Armenians unless Armenian interests served to theirs. There are many instances that Armenians were used as a tool for the benefits of great powers in the history. It is a fact that when Armenians and Turks are compared in terms of their economic, political and military possessing, Armenians compose an inconsiderable group for the great powers. If a great power prefers to better its relations with Armenians instead of Turks, it should be noted that this power aims to debilitate Turks and to create instability in Turkish state more than trying to please Armenians. Great powers can sometimes camouflage their easy aims with higher political, religious or humanitarian values. However, almost 200 years old Armenian case presents that Russia and Western powers' supports of Armenians has never been constant nor this support has considered Armenian benefits directly. Unless Armenians stop dreaming to debilitate Turkey with the help of backings of the other countries, they cannot have a powerful and stable state and strong regional relations. As it is widely known, this simple fact was underlined by the first president of the Armenia Levon Ter-Petrossian as well. Petrossian and his team, who realized that Russia's backing of Armenia debilitates Armenia instead of solving the regional disputes, tried to enhance Armenia's own power instead of seeking foreign support. Yet, Petrossian's approach, which could be considered as the milestone of modern Armenian history, was hampered by Russia and Diaspora radicals unfortunately."

Q: Why Armenian Diaspora behaves in this way?

SL:
"First of all, the Diaspora lives in an imaginary world and it has marginalized from the reality of Armenian Issue as the years passed by. When we focus on the second and third generations, we see that they hate Turks more than the Armenians who witnessed the 1915 events. Moreover, we also know that there are numerous Armenians who still have a deep love of Turkey although they experienced emigration and other conflicts in the Ottoman State. Since young generations neither know Turks personally nor they take the problem rationally, they are angrier of Turks than their ancestors. Moreover, many of them are even full of hatred against Turks. Especially in Diaspora, Armenian generations are imposed with hatred against Turks in churches, schools or camps of radical political parties. 1915 events are written and rewritten more emotionally in the Diaspora every day by being more exaggerated at the same time.

Armenians' stateless position for long years can be considered as the primary reason of this situation. State means responsibility which prevents masses from being marginalized and from following superficial paths which do not fit reality. Armenians stayed stateless until 1991 and they carried a stateless nationalism in the Diaspora for approximately 70 years. Another negative effect of statelessness is the immature development of the Armenian identity and lack of fulfillment of nationalistic tendencies through legitimate ways. Another threat of statelessness is the assimilation. Even today, greater numbers of Armenians live in Diaspora than the numbers of Armenians live in Armenia. Many of the Armenians scattered around Canada, Latin America, Russia and France. Moreover, Diaspora Armenians come from diverse cultural backgrounds as well. Some of these Diaspora Armenians come from Russia and Armenia, some from Iran and Arab countries, and some from Anatolia. Thus, their cultures and even languages are sometimes differ from each other significantly. Hence, collecting such a scattered society under an umbrella identity is really tough. Church and some Diaspora institutions saw Turkish- Armenian problems as a cure to heal this inefficiency.

In other words, Armenian cause has long been considered as a cement to protect Armenians from assimilation and to keep them together in Diaspora. Approaching the issue from this perspective should not be understood as an underestimation of the problems between Turks and Armenians. There had been major problems between Turks and Armenians and Diaspora's abuse of these problems -deliberately or notâ€" does not reduce the significance of these problems."

Q: Do you believe there is an industry over Armenian Genocide?

SL:
"Yes, that's true. Many get political and economic benefits from Armenian cause in Diaspora. Numerous people have become well-known, strong or rich thanks to Armenian cause. Maybe these changes are not even premeditated. As a matter of fact, the most dangerous aspect of the issue is these unintended consequences of the issue. Strong reflexes came about in the process and these reflexes helped to existence of the problem more than solving it."

Q: What are the wrongs of Turkish side?

SL:
"When a problem is scattered around a century, people, who derive benefit from this handicap, occur in two sides in tandem. In other words, industry over Armenian Issue is not only present in the Armenian party of the dispute but also it is at hand in Turkish side as well. In Turkish side, this industry is composed of less numbers of people and it is much more political than it is in the Armenian side. With the multiparty regime, an ideological group arose as a result of their fear of losing their interests. This group manipulated the governments by speculating upon threats that Turkey was witnessing and it even withdrew the governments via military coups. Since May 27 military coup, there has been an interior conflict between the elected representatives of Turkish people and a militarist group. When Turkish democracy got stronger and economic-social-political pluralism was enhanced, the militarist cadre lost its power before the representatives of the state. Thus, this militarist cadre sought for collaboration with nationalist-right and ultra-nationalist left, moreover, it manipulated the Kurdish Issue, Cyprus Issue, relations with neighbors, European Union process and Armenian Issue mostly. In other words, endurance of Armenian Issue was employed as a tool to hamper democratization in Turkey and some paid efforts to make it unsolvable."

Q: What are the other faults of Turkey considering the issue?

SL:
"Maybe Turkey's most significant fault on the issue is the ignorance of Armenian Issue for a long time. Until a Turkish ambassador's assassination in 1973, even finding a book on the topic was impossible in Turkey. Afterwards, Turkey perceived issue as a state problem and a few number of books appeared with the support of Turkish state. As ASALA and Tashnak terrorists assassinated numerous numbers of Turkish ambassadors, Turkey started to share special budgets for the solution of the disputes over Armenian allegations. However, that date was a bit late for a concrete solution and the state backed studies and researches were weak and skin-deep considering the complexity of the issue. Especially during September 12 period, in which army withdrew the government, numerous studies on the issue was published in Turkey. These books were sent to many libraries in the world as well. However, many of these books were borrowed by fanatic Armenians and were never brought back. Moreover some pro-Turkish books were destroyed as a result of fanatic Armenian readers' vandalism. Nevertheless, if Turkey could take the issue apart from a state problem and could set universities and civil society into action, it could be much more successful in handling the issue. While approaching the issue from this perspective, I do not mean "Turkey failed in its propaganda. It should have gone further.' It is certain that Turkey's approach to the Armenian Issue is ineffective and this is not that favorable for Armenians as it is expected. Turkey's presentation of its stance modestly would help the solution of the problem in depth."

Q: When Turkey's approach to issue is considered, how would Turkey can help the solution of the problem?

SL:
"There are basically three significant aspects of the issue to which Turkey can contribute directly. Democratization, full membership to the European Union, and more dialogue with neighbors including Armenia and Armenians are these aspects. When Turkey is more democratized, the militarist groups, who get benefit from the unsolvable situation of the Armenian Issue, will leave the government, EU process will accelerate and the relations with other neighbors including Armenia will better accordingly. Indeed, all three stages will affect and help each other in tandem.
Interestingly enough, Armenians have tried to hamper Turkey's EU process via manipulating the Armenian Issue."

Q: What are the possible solutions to the problems from the Armenian?

SL:
"What should Armenians do was analyzed very well by Hrant Dink, Turkish Armenian journalist, who was martyred by the Turkish deep state. For Dink, first thing that Armenians need to do was to end the hostility towards Turks which moves like a poison in their veins. Armenians' accusation of Turkey for anything goes bad was not only wrong but also dangerous for Dink. As he assumed, numerous problems of Armenians were shadowed by the excuse of Turkish threat. Hrant Dink's second suggestion for Armenians was that Armenians needed to focus on maintaining stability in their country instead of keeping the hostility towards Turkish people alive. Dink also used to think that Armenians gained their independence after longing for years thus maintaining stability and gaining power was hard as well as survival of the Armenian State. Moreover, Dink believed that unless Armenians collaborate, keeping the Armenian State alive was not that easy. To sum up, only if Armenians end the hostility towards Turkey, which poisons their blood, they can reach a common ground in Turkish- Armenian relations."

Q: Do you have further suggestions on the topic?

SL:
"First of all, parties should change the communication language that they are using. If you employ a way of communication which is highly offensive, you will possibly receive an offensive expression from whom you address.

Second, if you aim to impress the party who you are addressing, and want to express yourself, you need to talk to him/her. Whenever Turkey demands a communication to talk about the allegations, Armenian side says "There is nothing to talk on, yet, just accept your misdeeds'. I call this stance as "shut up and accept' mood. To clarify, trying to impose some policies without listening other is not an acceptable approach in international relations. Such a stance would be at least "rude'. Thus, whatever their beliefs and allegations are, the parties should consider each others' opinions and they also need to follow international relations rhetoric and be polite as well."

Monday, 23 February 2009

Interview by Dilek Aydemir (JTW)